Kur’an, bir musibetle karşılaşan kimsenin ne yapması nasıl davranması gerektiğini şu şekilde belirtir:
“O sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman: Biz Allah’ın kullarıyız ve biz O’na döneceğiz,
derler.”
(el-Bakara, 2/156)
...kaçınılmaz ölüm düşüncesi insanların birçoğunda soyut olarak kalır. Peki içimizdeki hırsı,kendini beğenmişliği,egoizmi zayıflatmaya bu kadar elverişli olan ve bize teselli de veren bu ölüm fikri neden davranışlarımız üzerinde etkisiz kalıyor?
“İnsanın yüreğinin iyi olması için akla ihtiyacı yoktur. Bana zaten bu ikisi birlikte pek olmuyor gibi geliyor. Gerçekten akıllı bir adama bakıyorsun, hiç de iyi biri olmadığını görüyorsun.”
İnsan, yaşadığı yerlerde beraber bulunduğu insanlara
görünmez ince tellerle bağlanırmış; ayrılık vaktinde bu bağlar gerilmeye, kopan keman telleri gibi acı sesler
çıkarmaya başlar, her birinin gönlümüzden kopup ayrılması, bir ayrı sızı uyandırırmış.
İlim meyveye benzer.Ağacın dallarını meyve bastıkça dallar nasıl ki aşağıya doğru sarkarsa kişinin de ilmi arttıkça tevazu kanatlarının da yere doğru yaklaşması gerekir.
İnsan kendi ölçüsü ile kainatı ölçüyor ve kainat sahnesinde yalnız kendini görüyor, yalnız kendini anlıyor.İçimizdekinden başkasını da anlamasını bilen yok gibidir. Varsa da o hükümdardır.
Artık o insan yani başkasını bilen insan,ne korkaktır ne haristir ne âcizdir ne fânidir ne de yalnızdır.
Bilmek gerçekten bilmek onun bilgisidir.