"Ama ben bitimlimiliri sivmiyirim" diyorsanız sakin olun ve elinizdeki kitabı yavaşca aldığınız rafa koyun...Tanrı doğayı tüm ihtişamıyla yaratmış ve sonra demiş ki; Thomas Hardy'cim ben göze hitabımı bitirdim, sen de bi zahmet anlatıver... Kitap baştan sonra muhteşem betimlemelerle dolu, mesela bir bölümde sağanakla beraber şimşeklerin çakmasını tasvir ediyordu, ya ben delirdim, ya da şimşekler çaktı odamın içinde...
.
İngiltere'de bir kasaba geçiyor roman... Üç erkek karakterimiz var bir de esas ve esaslı kadınımız. Adamlardan biri aşk acısından huniyi geçiriyor kafasına, diğeri Aşık Veysel misali kadının pabucuna para bırakıyor, terkedip gittiği yerde mutlu olsun diye, diğeri de serserinin hovardanın önde gideni, bilin bakalım gönül ota mı konmuş, kime konmuş?
.
Betimleme demişken, Proust'a da bi selam çakalım, Proust'un doğa tasvirleri o kadar kusursuzdu ki, ona ulaşamıyordunuz hadi diyelim ulaştınız orda kalamıyordunuz, sonsuz bir dikkat ve sonsuz bir özen gerektiriyordu, tek kusuru bu kadar kusursuz oluşuydu...Hardy'nin dünyası ise daha bir samimi daha bi ulaşılabilir geldi bana, sanırım burda daha mutluydum...