28 Mayıs 1986 Edip Cansever in ölümü.
Tomris Uyar yazmış ;Bütün yazarlar, yüzü olmayan bir okur kitlesine seslendiklerini bilirler, yine de çogu zaman özel bir yüz için yazarlar; onun vereceği tepkidir önemli olan. Bir öykü mü yazdım, hemen Edip Cansever'i arardım, onunla paylaşmak isterdim öykümü. Edip bir şiir mi yazdı, ne güzel, "Öğleüstü, Pasaj da buluşup kutlamaya ne dersin?" Birbirimizi pohpohlamaya dayalı eleştiriler değildi eleştirilerimiz ama benzer kanallarda ses aradığımızdan ortaya çıkan yeni yapıtın başarısı, bir mutluluk kaynağı oluyordu. (Bu mutluluğu kaç kişi paylaşıyor acaba?) Edip Cansever'e bu mutluluğu, sonra da bu mutsuzluğu borçluyum iste. Geçenlerde, uzun bir süre sonra yazı masasının başına öykü yazmak içib oturduğumda, "Mutlaka haber vermeliyim, çok sevinir," deyip telefona sarıldığımda, birdenbire yaşadığım mutsuzluğu, bir yıldır atlatamadığım çöküntüyü. Sevgililik ya da aşk duygusu zamanla yara alabiliyor, örselenebiliyor, bitebiliyor. Bitmeyen tek aşkın, gerçek ve lirik bir dostluk oldugunu Edip Cansever öğretti bana. Her doğum günümde, tek kopya olarak yazılmış, istersem yayımlatabileceğim izniyle armağan edilmiş şiirleriyle bana yaşamımda ve yazımda esin kaynağı oldu. Tek ihaneti, ölmesiydi.
I. Dünya Harbi’nden sonra hiçbir mağlup millet direniş göstermedi. #19Mayis1919 sivillerin ve askerlerin dünyaya büyük bir meydan okumasıdır.
Yolumuz ebediyen O'nun yoludur!
Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen
Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu
Şu samanyolu hani avuçlarından dökülen
Kum taneleri var ya onlardan birindeyim
Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor
Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte
Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum
Dostoyevski ölüm cezasına çarptırıldığı yerde infaz edilmeyi beklerken affedilir. Kardeşine mektup yazar. Uzun ama müthiş bir mektup.
"Bugün 22 Aralık. Semionovski Alanı’na götürdüler bizi. Orada hepimize ölüm yazgımız okundu, haçı öptürdüler, başlarımızın üzerinde kılıçlar kırdılar ve en son süsümüz yapıldı (beyaz gömlek giydirildi). Sonra aramızdan üç kişiyi kurşuna dizmek üzere öne çıkardılar. Ben altıncıydım, üçer üçer çağırıyorlardı; bu duruma göre ikinci dizideydim ve birkaç dakikalık ömrüm kalmıştı. Seni anımsadım kardeşim, seni ve bütün aileni, son anda kafamda yalnız sen vardın, o zaman seni ne kadar çok sevdiğimi anladım, benim canım kardeşim. Yanımda duran Plasçev’i, Dourov’u kucaklayacak, onlarla helalleşecek zamanı buldum. En sonunda dur borusu çalındı, kazığa bağlanmış olanları geri getirdiler ve bize, Haşmetmaapları’nın cezamızı bağışladıkları okundu"
Öleceğini biliyorsun o sırada aklından neler geçerdi? Kim aklına gelirdi?