.
.
.
Sağım, solum, önüm, arkam huşu'a müstağrak
Zılal-i adem iken, bir sada bülend olarak,
O kainat-ı huzu'u yerinden oynattı;
Feza-yı mahşere döndürdü gitti eb'adı!
Sufuf ayakta müselsel cibal-i velveledar
Gibiydi. Her birisinden duyuldu sine-fikar,
Birer enin-i tazarru', birer niyaz-ı hazin,
Ki kalb-i rahmeti sızlattı şüphesiz o enin!
Eğildi sonra o dağlar huzur-i izzette;
Göründü sonra o dağlar zemin-i haşyette!
İnayetiyle Huda kaldırınca her birini,
Semaya doğru o dağlar da açtı ellerini.
O anda koptu yüreklerden öyle bir feryad,
Ki ruhum eyleyecek ta ebed o dehşeti yad.
Kesildi bir aralık inleyen hazin avaz...
Ne oldu Arş'a kadar yükselen o suz ü güdaz?
O cuş içindeki iman?
Evet, huruş ederek işte rahmet-i Subbuh,
Bütün yüreklere serpildi kubbeden bir ruh:
Ruh-i itminan.