"İnsan, söyleyeceği her şeyi söyleyip ölmeliydi."
Böyle diyor Fatih Gezer'in ikinci romanının perde arkasında kalmaktan, saklanmaktan, sakınmaktan ve sakınılan göz olmaktan yorulan Selim.
Romanımızın büyük kısmında anlatıcımız Selim, henüz romanın başında oda eşiğinde yığılıp kalıyor gördüğü manzara karşısında ve olaylar bu manzarada gördüğü, görmediği ama merakına da yenilip görmeye çabaladığı renkleri keşfetmeye çabalıyor.
İçerikle ilgili çok da ipucu vermek istemiyorum, oldukça sürükleyici bir üslubu ve akıcı dili var romanın. Zaten Fatih Gezer'in ilk romanı "Ölüler Kıraathanesi"ni okuyanlar için bu durum sürpriz değil. Yeri gelmişken hatırlatalım, yazarımız ilk romanıyla "Vedat Türkali İlk Roman Ödülü"nü aldı. Bu romandan önce onu okursanız "Suni Tebessüm" daha anlamlı hale gelebilir.
Romandaki saptamalar da çok hoşuma gitti. Abi-kardeş ilişkisini anlatırken yazarımızın kullandığı benzetme hem sosyal hem aile ilişkilerine dair nokta atışı...
"Yaşamak hep dün, ölüm genellikle bugün ve bazen yarın." gibi altını çizmekten ve üzerinde düşünmekten kendimi alamadığım nice güzel cümle sizi bekliyor romanda. Fatih Gezer, iyi bir "dil işçisi" olmaya bu romanda da devam etmiş.
Mutlaka okuyun, pişman olmayacağınız ve "İyi ki okudum." diyeceğiniz bir roman sizi bekliyor.