Ve tıpkı o eski
acıklı hikayelerdeki
yalınayak, karlı yollara düşmüş, yetim bir çocuk gibi bu yürek,
mavi gözleri ıslak
kırmızı, küçücük burnunu çekerek
senin bağrına sokulmak istiyor.
Bazı safdiller -ya da alaycı kişiler mi bilemiyorum- hala neden tablolarımda kendimi hep çok ciddi çizdiğimi sorma cüretini gösteriyorlar. Kıpırdamadan ve yanıtlamadan bakıyorum olanlara. Herhalde kendimi sürekli kahkahalar atarken resmedecek değilim. Gündelik yaşamımda kahkaha atmadığımdan değil ama kendi kendimle baş başa kaldığımda -ki resim yaptığım zamanlar tam da bu anlara karşılık gelir, başka türlü olamaz- hiç gülecek halim yoktur. Onlara yaşamımın acıklı bir öykü olduğunu, resim yapmanın da yaşamımdan bir farkı olmadığını söyleme cüretini gösterebilir miyim acaba?
Günlüklerini tekrar okuduğun zaman “hep aynı insan, hep aynı şikâyetler” diyordun, neydi bu şikâyetler, hep yalnızlık mı?
Tam bilemiyorum… Çocukken “ben” demekte çok zorlanıyordum. Hep “siz” diyordum. Annem, “niçin ‘ben’ demiyorsun” diyerek beni azarlıyordu. Ya siz diyordum, ya da “gidiliyor”, “geliniyor”, “hissediliyor” gibi belirsiz özne kullanıyordum. İnsan yatılı okulda, herkes uyurken kendini çok yalnız, zavallı hissediyor. Uykusuzluktan yorgun düşsem de daha büyük kızlarla etüde kalıyordum ve kendimi ölü bir çantaya benzetiyordum. Tekrar okuduğumda, bana çok melodramatik geldi. Öyle yazmışım, “ölü çanta”. Ve o günlerdeki bütün günlükler, hüzünlüyken yazılmıştı. Dolayısıyla, insanın kendisiyle ilgili iyi bir intiba uyandırmıyor. İnsan neşeliyken, yazmaya vakti olmuyor. Dolayısıyla sadece acıklı, sefil düşünceler, hisler, intibalar…
Biz, efendiler; İslâmî nurlarını kaybetmiş ve meydanı Allah düşmanlarına açık bırakmış eski nesillerin acıklı haline karşılık, kupkuru ve yalnız sözde Müslümanlık iddiasıyla kendilerine nusret etmekten gani ve münezzeh olan «Zülcelâl»in «Müntakim» ismine mazhar olmayı gaye edinmişiz! Dâva ve ideolocyamızın tek mazhariyet hedefi budur! Mazhar kılar veya kılmaz, kendisi bilir. Fikir ve ruhta lâyık olursak mazhar kılar, şanı böyle gerektirir. Lâyık olmazsak mazhar kılmaz, şânı böyle gerektirir. Öyleyse bize düşen, layık olmaya, sadece layık olmaya çalışmak... «Zülcelal»in «Müntakim» ismine mazhariyet...
Hele bir kez çimenler açıklı koyulu renkleriyle toprağı kuşatmaya, bir kez bahar bulutunun yansıması çimenlik üzerinde dalgalar oluşturmaya, bir kez kırların ötesinde berisinde yığın yığın beyaz çiçekler açılmaya başladı mı!..
Sayfa 2 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okuyor