Yakamdan tutup sarsıyor sarsıyor ve o sarsılma deviniminde gördüğüm her kare bir sanrıya dönüşüyor. Dur, bu çok şiddetli ve ben gerçeği ayırt edemiyorum. Blecher, bana itiraf et, Küfelik Barınak’ta söylediğin gibi yazdığın her şey, bir zamanlar gerçek miydi? Roman kahramanına söylettiklerin zihnimin koridorlarında yanıp sönen meşaleler gibi renkten renge giriyor. Üşüyorum, sonra diyorum ki bunlar senin aldığın ilaçların sana söylettikleri, bilinçaltın sana ve bana oyun oynuyor.
Yapayalnızsın ve aynı zamanda öyle kalabalıksın ki… Nesnelere yüklediğin anlamlar ve onları tasvir edişinle irkiliyorum. Bu nasıl bir gözlem gücüdür. Bir kitabevinin camında gördüğün oyuncak palyaçonun hareket ederken çıkardığı sesi duyabiliyorum ya da Edda’nın odasındaki çiçeklerin kokusu burnuma geliyor. Onların ortadan kaybolması benim gerçekliğimi de alt üst ediyor.
Yapma, bana bunu yapma… Bir balmumu heykelin yangında erimesi gibi gözlerimin önünde erime, sen çok özelsin, sen güçlüsün… içinde dolanan o sıvıya lanet olsun…
Bana hissettirdikleri #mutluazınlığa
Yatağa mahkumiyetinin sekizinci yılında ve ölümünden iki yıl önce kaleme aldığı bu başyapıtıyla Romen edebiyatının en iyi yazarları arasında sayılan Max Blecher’i okuyun, ona bunu borçlusunuz.