Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Neden ben de sizin gibi olamıyorum? Bir ben miyim düşünen? Bir ben miyim yalnız?
Okyanusa yardım bekleyen bir el gibi uzanmış ıssız iskele, bana yalnızlığımı en iyi duyumsatan yerdi; oradaki rüzgarın şiddeti, korkunç tutkuları, ölümcül aşkları çağrıştırıyordu.
Reklam
"Bir balona şekil veren ha­va gibi, benim de hayatıma şekil verecek bir şeye gereksinimim var. Şu anda bunun ne olabileceğini bile bilmiyorum, belki an­cak sevgi diye tanımlanacak bir şey."
Cehennemin yolu iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir.
Merhamet? Hımm... Meliha, merhameti bir cürüm gibi taşıyor. Sanki bu kendi kendine ihanettir. Hayır, acımayacak. Asla. Ona acımadılar. Ve ilk dersi veren adam, koca, sevgili ona öğretti ki aşkta ve öteki cinsle her türlü münasebetlerde merhamet, insanın kendi kendine ihanetidir. Her vakit aynı dava: Ya ona, ya kendine acıyacak, ya gaddar, ya mağdur olacak.
Sayfa 278 - Cürüm: Suç
Okumaya ayıracak kısıtlı zamanıma hayıflanıyorum ama kitap okumak için bütün bir günü, isterse gecesi olan bir adam düşünün. Ve istediği kitabı satın alabilecek paraya sahip bir adam. Sınırı yoktur. Arzusunun insafına kalmıştır. Peki arzunun en çok neye ihtiyacı vardır? Ukalalık gibi görmezseniz eğer... Sınırının belirlenmesine... Oysa kolay değildir bu. Brauer, bir yolcudan çok bir kâşifti. Buna dönüşmüştü.
Sayfa 32
(...) insan Türk olduğunu Türkiye'de iken anlamıyor ve kendisini diğer insanlar gibi hissediyordu. Farklılıkları, birey özellikleri olan bir insan. Ancak yurtdışına çıktığı zaman anlıyordu ki Batı'nın gözünde iyi Türk-kötü Türk ayrımı bile yoktur, sadece Türk vardır. Öylesine baskın bir damgadır ki bu, bütün kişisel özelliklerinin üstüne çıkar, onları boğar, kişiliğini öldürür.
Reklam
Çünkü yaşamaya katlanabilme­nin bazı koşulları vardı: Okumak, öykü yazmak, arada bir dans etmek, sokaklarda başıboş dolaşmak gibi.
Yaşama amacı kalmamış gövdemi dünyanın uzak bir köşesine götürüyordum. Ne yapacaktım orada, nasıl avunacaktım, nasıl yaşayacaktım ve gelme amacım neydi? Hiçbirini bilmiyordum bunların. Aslında nereye gittiğimin hiçbir önemi yoktu. Her yere içimdeki karanlığı taşıyacaktım. Artık eskisi gibi olmam mümkün değildi.
"Aşk"
Bir araya geldik mi çocuklaştığımızı keşfetmiştik. Hiç utanmıyorduk bundan. En basmakalıp, en klişe, en ucuz sözleri söylüyorduk ve bunlar bize yepyeni, ulaşılmaz, kanatlı şiirler gibi geliyordu. Galiba aşk, utanç duyusunun ortadan kalkması demek. İki kişinin birbirine karşı hiçbir şeyden, hiçbir düzeysizlikten utanmaması demek... Filiz'le birbirimize öyle cümleler kullanıyorduk, öyle sözler söylüyorduk ki bir üçüncü kişinin bunları duymasına dayanamazdık. (...)Gerçek bir masumiyetti bu. Masumduk, eğleniyorduk, çocuktuk, çocuklaşmaktan zevk alıyorduk, taklitler yapıyor, en adi aşk sözlerini tekrarlıyor, kendimizi fotoroman duyarlılığına bırakıyor ve aptalca şeyler söylüyorduk. Bir oyuna kaptırmıştık kendimizi.
Üç yaşınd, dört yaşında yavrular görüyorum. Hepsi yüzlerine, kırk yaşında bir adam maskesi takmış gibi. Yürüyüşlerinde bile olgun bir adam ağırlığı var. Arkalarından bakarken, onlara, bir takım kederli cüceler denebilir.
Sayfa 38
Reklam
“Bana doğru gelen hiçbir şey yoktur ki yanlış gibi de gelmesin.”
İçedönük çocukluk.
Neden diğer çocuklar gibi olamıyordum bir türlü? Neden onlar gibi saldırgan, neşeli, vurdumduymaz ve oyuncu değildim. Ömrüm boyunca peşimi bırakmayacak içedönüklüğün ve diğerlerinden ayrı olduğumu duyumsamanın ilk belirtileriydi bunlar.
anneler :)
Çok hoş bir insandır annem. Arkadaşları gibi o da her olayı mutfak zamanlamasına göre anlatır: "Tam fasulyemi ayıklayıp soğanımı soymayı bitirmiştim, tencereye koyacaktım ki(...) Eminim insanoğlunun aya ilk olarak ayak bastığı saniyeyi bile, tencerede soğan öldürmeyle birleştirerek anlatır bunlar. Ve yaptıkları yemekten birinci tekil kişi mülkiyetiyle söz açarlar: Etim, fasulyem, barbunyam, soğanım, pırasam, kıymam, böreğim...
"Senin göründüğün gibi olup olmadığını nasıl anlayabilirim?" dedi sonunda. "Anlayamazsın," dedi adam. "Sana nasıl göründüğümü bilemiyorum ki."
Sayfa 214 - Metis Yayınları, Yedinci Basım: Temmuz 2023Kitabı okuyor
Bazen yüreği sıkışıp, dertop olup boğazına kadar yükseliyor ve nefes almasını engelleyecek bir yoğunluğa erişiyordu. Sanki bir an daha geçerse patlayacakmış gibi hissediyordu kendini, sanki bir yanardağ oturuyordu göğsüne. Bir iç çöküntüsüydü bu.
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.