"Şehadet insana gelmez. İnsan şehadete gider. Bunun için de insan şehadeti hak edecek ameller işlemeli...
..Her şeyin bir kaderi olduğu gibi yolun da bir kaderi vardı.
Reklam
Yolculuk sadece gitmek değil, aynı zamanda var olmaktır... ️
Rabbim'den başka sığınağım yoktu.
Kendimi tüm çıkışları kapalı karanlık bir mağaradaymış gibi hissediyordum. Tek umudum, aydınlığım duaydı. Bu karanlık mağaradan ancak duam kabul olursa çıkabilirdim.
Tahran'da gezerken bir İslam devletinde değil; Batılılaşma yönünde ilerleyen bir şehirde gezindiğim hissine kapıldım. Sokaklar Coca Cola afişleriyle doluydu. Türkiye'de bazı kesimler tarafından propagandası yapılan Iran'la gerçek İran arasında çok büyük bir fark vardı. Genç İranlılarla sohbet ettikçe bu farkı daha iyi görüyor, hep rejimle ilgili şikâyetler dinliyordum. Iran'da Islam devleti adına yapılan, fakat İslam'ın ruhuyla hiçbir alakası olmayan uygulamalar gençleri İslam'dan uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramamıştı.
Reklam
Belki akşamları Doktor'un zarif hazeran sandalyesinin yanına mavi, boyaları dökülmüş bir kır iskemlesi çeker, o sustuğu vakit üstüne çıkıp, kalabalıktan yol bulduğu ölçüde Taksim'e doğru esen ılık rüzgâr boğazımdan bağladığım kırmızı ipek pelerini şişirirken, gelene geçene, merhametli bir anlarını kollayarak ve gözlerine bakmayı da deneyerek, öyküler anlatırdım. Örneğin güzelim İstanbul'a asla bir tepeden değil, pis kokulu çukurlarından bakan şen bir kalkışma öyküsü! Ya da Camısab'ın yazgı çukuruna atılmasının ardından ona yol gösteren ışıklı Şahmaran'ı ve tavus kuşunun ihmalkârlığı yüzünden cennete sızan, Adem-Havva ikilisine elma sunan, dolayısıyla cümlemize oyun kurup bu hallere düşmemize neden olan, adı kutsal kitaplarda geçiyor mu, şimdi unuttum, o uğursuz lümpen yılanı karşılaştırır, sadece yılanları değil, tilkileri, sansarları, bir de tabiî gökten inen koçları, evliya keçileri, arap küheylanları, ebâbilleri diyalektik bir biçimde hikâye ederdim. Şu yanımızdan akan, insanlaşmaları ayyuka çıkmış insanların bir belleği var mı?
Sayfa 108 - Son GörüşmeKitabı okudu
Şimdi bir yazı yazacak olsam, bu kalabalık caddedeki somut durumun somut bir tahlilini yapacak olsam, insanların kılcal damarlarına kadar sızan ve gitgide konuşma kapasitelerini tekdüzeliğe ve anlaşılmazlığa iten düzene yaslanma aymazlığından başlardım da, sonu nereye varırdı bilmiyorum. Belki akşamları Doktor'un zarif hazeran sandalyesinin yanına mavi, boyaları dökülmüş bir kır iskemlesi çeker, o sustuğu vakit üstüne çıkıp, kalabalıktan yol bulduğu ölçüde Taksim'e doğru esen ılık rüzgâr boğazımdan bağladığım kırmızı ipek pelerini şişirirken, gelene geçene, merhametli bir anlarını kollayarak ve gözlerine bakmayı da deneyerek, öyküler anlatırdım. Örneğin güzelim İstanbul'a asla bir tepeden değil, pis kokulu çukurlarından bakan şen bir kalkışma öyküsü! Ya da Camısab'ın yazgı çukuruna atılmasının ardından ona yol gösteren ışıklı Şahmaran'ı ve tavus kuşunun ihmalkârlığı yüzünden cennete sızan, Adem-Havva ikilisine elma sunan, dolayısıyla cümlemize oyun kurup bu hallere düşmemize neden olan, adı kutsal kitaplarda geçiyor mu, şimdi unuttum, o uğursuz lümpen yılanı karşılaştırır, sadece yılanları değil, tilkileri, sansarları, bir de tabiî gökten inen koçları, evliya keçileri, arap küheylanları, ebâbilleri diyalektik bir biçimde hikâye ederdim. Şu yanımızdan akan, insanlaşmaları ayyuka çıkmış insanların bir belleği var mı?
Sayfa 108 - Son GörüşmeKitabı okudu
insan nedir ?
Oysa Adem, ey güzel yolcu, sen öyle misin? Hatırla nasıl yaratıldığını. Bu toprak bedene neler katılıp karıldığını, suyuna mizacına neler karıştırıldığını. Hani ruhun, hamurunun yoğrulma­sına tanık tutulmuştu. Bir yanın karanlık senin bir yanın ışık. Bir yanın melek kanadı bir yanın şeytan ıslığı. Bir yanın çamur beden, bir yanın kutsal ruh. Bir yanın iyiliğe açık bir yanın iyiliğe kapalı. Tek başına ne duru iyilik ne de saf kötülük sensin. Ne baştan ayağa cennetsin ne de tümüyle cehennemsin. Aynı ânda birbirine zıt iki şeysin. İçinde iyilik ve kötülüğü besleyip büyütecek yeteneğe aynı ânda rastlayacaksın. Hataya da sevaba da aynı derecede ehli­yetli olacaksın. Bir yanın yükselmeye çekecek seni bir yanın düş­tükçe düş diyecek. Zirvelerle çukurlar arasında gidip geleceksin.Ama. Bu ikilik kabahatin değil senin mahiyetin. Üstünlüğün, zayıflığın olan bu şeyde. Tepeden tırnağa çamursun Âdem ilk bakış­ta. Toprağın topraklığına batmış gibisin. Ama bu halinle kıymetli­sin. Çünkü bu halini aşabilirsin. İçindeki kutsal ruha sahip çıkabi­lirsin. İşte o zaman melek değil ama melekler gibisin. Ve ey Âdem unutma, böyle bir tartıda melek gibi olmak melek olmaktan ağır çeker. Çünkü sen o iki şey arasında özgür irade-bilinçli seçimsin.
Sayfa 40 - TimaşKitabı okudu
Allah vahiy yolu ile Hz. Adem'e şunları bildirdi; "Yâ Adem! soyundan gelenlere. Sen sıkıntı ve kederi miras bırakıyorsun. Ben de onlara tevbeyi miras sayıyorum. Onlar içinden hangisi bana dua ederse. Senin dileğini nasıl yerine getirdimse onun da duasını öylece kabul ederim. Kim Benden günahlarının bağışlanmasını isterse, bağışımı ondan esirgemem. Çünki Ben; Bana el açanların en yakını ve dileklerinin karşılayıcısıyım. Günahlarından tevbe edenleri, duaları kabul edilmiş, sevinçli ve güleryüzlü olarak kabirlerinden çıkarıp Mahşer'e yolcu ederim. "
Sayfa 82 - Çetin Yayınevi
Reklam
“Seyyah aslında bir hakikat yolcusudur.Hakikatin izini sürmek için bıkmadan usanmadan yeryüzünün dört bir yanındaki işaretleri takip eden tutkulu bir yolcu…”
Sayfa 237
Okumak gerçekten zaman ve mekâna bambaşka bir anlam katıyordu. Bunu şu an çok daha iyi anlıyordum.
Zaten hep böyle olurdu. Tehlikenin, sıkıntının zirve yaptığı anlarda içimi garip bir umursamazlık sarardı. Bu umursamazlık, boş vermişlik benim için adeta bir can simidi gibiydi.
Fakat benim pes etmeye hiç de niyetim yoktu. Çünkü eğer pes etmez, azim gösterirse yola çıkan kişinin mutlaka menziline ulaşacağına inanıyordum.
Dünyanın farklı yerlerindeki Müslümanların verdikleri hürriyet mücadelesinin konuşulduğu bir evde büyüdüğüm için, çocukluk kahramanlarım da Müslüman önderlerden oluşurdu.
755 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.