Bence bir kimse başka birine dar gününde yardım ederse, sövmezse, kötü söylemezse, her işe burnunu sokmazsa, Tanrı’nın adını da küçük “t” ile yazmazsa işini sağlama bağlamıştır.
Söze başlarken insanlık tarihindeki şu gerçeğe dikkatinizi çekmek isterim: büyük sanatçılardan birçoğunun değeri, ancak o sanatçılar aç kalıp öldükten sonra kabul edilmiştir.
Başlangıçta ne diye yaratıldığımı bir türlü anlayamıyordum. Ama şimdi anlamaya başladım: bu güzel dünyanın gizli yönlerini bulmak, mutlu olmak, bütün bu şeyleri düşünüp bize verene şükretmek.
Sevgilimle okuduk. Hiciv dolu, hemen hemen her cümlesinde güldüren, okuması keyifli öykülerden oluşuyordu. Çalınan Fil öyküsüyle Avrupa'nın sömürü kültürüne yoğun göndermeleri oldu, beğendik. 1.000.000'luk Banknot ile paranın yalnızca görüntüsünün verdiği güvenin bile birçoklarına hükmedebileceği çok güzel anlatılmış. Ben şahsen en çok Sağ mı Ölü mü öyküsünü beğendim, buradaki yalnızca ölünce kıymete binen sanatçı bahsi hakikaten konuşmaya değer bir konuydu. Havva ile Adem'in Güncesi'ne gelince bizde yeri ayrıydı çünkü 85 yapımı The Adventures of Mark Twain animasyonunu ayıla bayıla izlediğimizden Mark Twain'i daha iyi anlamak adına bu eseri bilhassa okumak istiyorduk. Nitekim bizim adımıza kıymetli ve güzel bir deneyim olduğunu söyleyebilirim.
"Peki anlatayım. Söze başlarken insanlık tarihindeki şu gerçeğe dikkatinizi çekmek isterim: Büyük sanatçılardan birçoğunun değeri, ancak o sanatçılar aç kalıp öldükten sonra kabul edilmiştir. Bu öyle çok rastlanan bir durumdur ki, bir yasa kesinliği taşıdığını bile ileri sürebilirim. Bu yasa şudur: Tanınmamış, bir köşede unutulmuş her büyük sanatçı, ölümünden sonra yüzde yüz tanınmaya başlar, tabloları en yüksek fiyatlarla satılır. Benim tasarım şu: Kura çekeceğiz, aramızdan biri ölecek.''
Önceden de söylediğim gibi, sevginin bu türü düşünülmüş taşınılmış, ölçülü biçili bir şey değil. Birden geliveriyor, kimse bilmiyor nereden geldiğini, kimse de açıklamıyor. Açıklanması da gerekli değil.