Adil Özcan

Adil Özcan
@adilozcan07
Muallim Avukat Yazar
31 reader point
Joined on December 2019
Okumuş Bir Sultan
Yüzlerce yıllık bir kültürün kaybolacağı korkusuyla akıllarını yitirecek gibi olan Batılı hümanistler, Fatih Sultan Mehmed'in eğilimlerini bilselerdi epey şaşırırlardı. II. Mehmed her konuda inatçı ve atak birisiydi, şana ve zafere açtı: Saltanatını başlatan mucizevi zafer sayesinde ona "Fatih" lakabı takılmıştı. Ama bu karmaşık kişilik aynı zamanda Roma'nın yüksek din görevlilerini şaşırtacak ve ona alelacele, haksızca yakıştırdıkları barbar etiketini sarsacak bir zihin açıklığına sahipti. Onu yakından gören yabancılar, seyyahlar, diplomatlar veya Venedikli tüccarlar önyargılarından yavaş yavaş sıyrılmış ve sultanda doymak bilmez bir bilgi açlığı olduğunu ka- bul etmişlerdi. Bu açlık doğal olarak Doğu'ya yönelikti. Mehmed Arapça ve Farsça yazmaları topluyor, Doğu şiirine ve tarihine ilgi duyuyor, İslami bilgisini derinleştirmeye uğraşıyordu. Ama Batılı gözlemciler her zaman uyanık olan dikkatinin bir bölümünün de Hıristiyan âlemine yöneldiğini memnuniyetle kaydediyorlardı. Dış dünyaya ilgisiz olan halkının aksine, sultan bu dünyayı tanımaya çalışıyor, haber ve bilgi alma kaynaklarını dilediğince çeşitlendiriyordu. Yolu imparatorluktan geçen yabancılar saraya davet ediliyor, ülkelerinden söz etmeleri isteniyordu. Bu tanıklıklara, Fatih Avrupa'dan getirttiği kitapları okuyarak edindiği bilgileri ekliyor, bu kitapları ya kendine armağan ettiriyor ya da seferlerde ganimet olarak alıkoyuyordu.
Sayfa 49 - Türkiye İş Bankası Yayınları
Reklam
ACI HAKİKAT
Acı hakikat, tatlı yalandan iyidir. Yalnız bir hakikat vardır ki, hakkımızda yapılan bu haksız muameleler, birgün nihayet bulacaktır. Cihânın mücadeleleri Rahman'la Şeytan'ın kavgalarından ibârettir. Bâzan o, bâzan bu galebe çalar; fakat, neticedeki son galebe, Rahmân'ın olacaktır. Rahmân hakikattir. Şeytan yalandır. Hakikatin bütün yalanlara galebe çalacağı zaman yakındır. Eskiverdala, 18 Aralık 1919
Sayfa 111 - Türk Tarih Kurumu
Paranın dini olmaz
Hıristiyanlar ile Müslümanlar arasındaki savaşı hafifleten nedenlerden bazıları siyasi, bazıları ise ticariydi. Örneğin, akın yapmak, şehirleri fethetmek veya Hıristiyan topraklarında hırslı fetihlere girişmek üzere Asya kıyısından Avrupa'ya geçen Osmanlı birliklerinin nakliyesi genellikle Cenevizler tarafından yapılıyordu. Yetersiz Türk donanmasının eksiklerini kapayan Cenevizler imansızlara karşı mücadeleyi pek umursamıyorlardı.
Sayfa 21 - Türkiye İş Bankası Yayınları

Reader Follow Recommendations

See All
Akıncılar
Fetihteki sürat ve Bizanslıların itaati, o dönemde yaşamış tanıkların gözünde Osmanlı kuvvetlerinin korkusuzluğunun ve uyum sağlama yeteneğinin göstergesiydi. "Üç beylerinin akınları, olağanüstü hızlı bir süvari kuvvetinin eseriydi. Akıncı adı verilen bu savaşçılar sefere her zaman iki atla çıkar, bunlardan birini yedekte tutar ve insanı hayrete düşüren bir hünerle dörtnala giderken ok atarlardı. Bir süre sonra bu yıkıcı akınlar tam olarak sona ermeseler de düzenli savaşların ardında ikinci plana düştüler; akıncılara da düşman topraklarının içlerine dalıp korku saçmak ve ordunun ana bölümü harekete geçmeden önce düşmanın iletişim hatlarını kesmek görevi verildi. Gerek süratleri, gerekse indirdikleri darbelerin gözü karalığı nedeniyle "kara korsanları" diye adlandırıldılar. Bu ürkütücü unvanı uzun süre koruyacaklardı.
Sayfa 8 - Türkiye İş Bankası Yayınları
Ahlâk meşalesi
Bizde, ellerinde ahlâk meşalesi taşıdığı varsayılan kişiler, kendilerini normal zevklerden mahrum eden ve bunun acısını başkalarının zevklerine karışarak çıkaran kişilerdir. Bizim erdem anlayışımızda başkalarının işine burun sokma özelliği vardır: Bir kimse eğer kalabalığın rahatını bozmuyorsa onun olağanüstü iyi bir insan olabileceğini düşünmeyiz. Bu bizim Günah anlayışımızdan kaynaklanıyor. Bu tavır yalnızca özgürlükleri kısıtlamakla kalmıyor; ikiyüzlülüğe de yol açıyor. Çünkü geleneksel ölçütlere uyum sağlamak çoğu kişiye fazlasıyla güç geliyor.
Sayfa 161 - Tübitak Yayınları
Reklam
HİÇ DEĞİŞMEMİŞ HER ZAMAN FATURA DAR GELİRLİYE! (...)1874-75 bütçe yılında, borç taksitlerinin ve faizlerinin yıllık ödemeleri, öngörülen devlet gelirlerinin yarısından fazlasına ulaştı. Önce İthalat gümrüklerini arttırmaya çalışan hükümet, Büyük Güçlerin bunu kabul etmemesi üzerine, öşür vergisini, bedel-i askerîyi ve tütün vergisini arttırarak borç yükünü köylülüğe yüklemeyi tercih etti.
Sayfa 268 - Yordam Yayınları
(...)biz dünyayı kazanmış ve dünyayı kaybetmiş bir milletin çocuklarıyız. Her ölümden sonra bize dirim ve kalkınma mukadderdir, mayamızda ölmezlik var.
Sayfa 14 - Kubbealtı Yayınları
Yakamızdan hiç düşmemişler
XVII'nci asırda mülkî mansıplar evlâda intikal ettiği gibi, ilmî mansıblar da babadan oğula intikal etmeye başladı. Ulemanın beşikteki çocuğuna ilmî rütbeler verilir oldu. Böylece tarihlerimizde "beşik üleması" denilen câhil ülema zümresi türedi. Annelerinden âlim doğan, okumadan hoca, yazmadan kâtip olan bu adamlar bir araya gelip ilmî mubahaseler yaparlardı. Mevzuları Şeytan, melek var mıdır? Firavun acaba imân etmiş mi idi, etmemiş mi idi gibi incir çekirdeğini doldurmayan, fakat bir asrı mükemmelen dolduran meselelerdi. Ele geçirmek istedikleri bir mansıbı elde etmek için başvurdukları çare, rüyalarında Hz. Peygamberi görmekti. Şuaravizâde, Mısır mansıbını elde etmek için «Mısır'ı rüyamda Hz. Peygamber bana verdi. Her kim tasarrufa yeltenirse elbet ki gazaba uğrar. Hânümânı berbat olur. Hayır görmez. diyerek rakîplerini susturmuş ve Mısır mansıbını ele geçirmiştir.
Sayfa 31 - Kastaş Yayınları
Akla gelmeyen Türk
"Jön Türkler" terimi, Osmanlı İmparatorluğu'nun politik söz dağarcığına 20. yüzyıl başlarında girdi. Daha önce Avrupa, Osmanlı İmparatorluğu'ndan bahsederken "Türkiye" terimini kullanıyordu, bazen de Balkanlar'daki Osmanlı topraklarına işaret etmek için "Avrupa Türkiyesi", Anadolu ve Arap vilayetlerine işaret etmek için "Asya Türkiyesi" terimlerine başvuruyordu. Osmanlılar imparatorluklarını "TÜRKİYE" adıyla ANMIYOR, kendileri için de "TÜRK" nitelemesini KULLAN-MI-YORLARDI.
Sayfa 3 - Türkiye İş Bankası Yayınları
İttihatçılar
İTTİHATÇILAR, siyasal fikirlerle fazla ilgili olmadıklarından, getirdikleri formüllerin çoğu basit ve saf bir nitelikteydi. Dik kafalı, inatçı, kendi yarattıkları dışında yapılagelmişleri önemsemeyen adamlardı. Biçimlenmemiş bir meşrutiyetçilik kavramı dışında, gelecekteki eylemlerini belirleyecek ilkelerden yoksundular. Değer ölçüleri; kolektif disiplini bireycilikten üstün gören ve siyasetin, merkezi ve oligarşik bir denetim altında bulunması gerektiğini savunan küçük, saygınlığı az bir grubun değer ölçüleriydi. Kendilerini bir buluş sahibi olarak görüyorlar, daha önceki hareketlere bazı şeyler borçlu olduklarını düşünmüyorlardı. Biricik emelleri, Jön Türk hareketini, modası geçmiş ve yozlaştırıcı olarak niteledikleri liberalizm mikroplarından arındırmaktı. Ancak, değişiklik kadar süreklilik de tarihsel gelişimin kaçınılmaz bir parçası olduğundan, kendileri kabul etmeseler bile geçmişin etkisi altındaydılar.s.190-191
Sayfa 191
Reklam
Millî ekonomi
İttihatçılar, ekonomik egemenliğe sahip olmadıkça, milli egemenliğin anlamı olmadığını anlamışlardı. Ekonomik egemenlik için yabancı boyunduruğundan kurtulmak yeterli değildi; devletin desteğiyle kurulan ve geliştirilen bir millî ekonomi gerekliydi.
Sayfa 191
Türk
Türk doğmuş olmak, Türk ismi taşımak kâfî değildir. Türk gibi düşünmek lâzımdır.
Sayfa 169
Borç almak
1875'te Babıâli, 200 milyon sterlin tutarında dış borcu ödeyememişti. Altı yıl sonra(1881) da tuz, tütün, ipek ve balıkhaneler gibi kaynaklardan sağlanan BAZI DEVLET gelirlerine EL KOYMA YETKİSİNİ ALACAKLILARA TANIMAK zorunda kalıyordu. Bu işlemin denetimiyle görevlendirilen kuruluşa Düyun-u Umumiye(Osmanlı Kamu Borçları İdaresi) adı verilmişti.
Sayfa 101 - Kaynak Yayınları
Adalet
ADALET toplumu yöneten merkezdeki yıldızdır, siyaset dünyasının etrafında döndüğü kutuptur, bütün işlemlerin ilkesi ve düzenleyicisidir. İnsanlar arasında olup biten her şey hak hukuk namınadır, içine adaletin karışmadığı hiçbir şey yoktur.
Sayfa 29 - Türkiye İş Bankası Yayınları
Şunu da belirtmek gerekir: Osmanlı toplumu çıkarları, hayat tarzı ve görüşü birbirine zıt iki sınıftan oluşmaktaydı. Patrimonyal[babadan oğula geçen iktidar] padişahlık rejimi, imtiyazlı kullar idaresine dayanıyor, saray ve kulların hayat felsefesi ve yaşam tarzı, halkın inançları, yaşayış tarzıyla karşıtlık içinde bulunuyordu. Zarifler denilen saray kültürüyle yetişmiş yüksek sınıf, Osmanlı toplumundaki derin sosyal karşıtlığın başlıca nedenidir.
Sayfa 231 - Türkiye İş Bankası Yayınları
215 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.