Ahmet Gökburu

Sabitlenmiş gönderi
Kitapları elimden alın, çıldırırım.
Sayfa 360Kitabı okudu
Reklam
Ama saygıdeğer üstat, hayatını geçirmek yetmiyor, hayatını kazanmak gerekiyor.
Bir bardak suyu kırmızılaştırmak için bir damla şarap yeter, bir grup güzel kadının ortak bir tavır almaları için ortama daha güzel bir kadının girmesi de yeter, hele orada sadece bir erkek varsa.

Reader Follow Recommendations

See All
Kadınların içgüdüleri erkeklerin zekasından daha çabuk harekete geçip tepki verir.
Gün ışığından karanlığa getirilen bir meşaleyi andırıyordu.
Reklam
Ben onu düşünmezken, dünya neden beni düşünecek? Sönmüş kömüre soğuk kül.
Taş döşemeye yapışmışa benzeyen bu görüntü, hareketten, düşünceden, soluk alıp vermekten yoksunmuş gibi duruyordu. Ocak ayında, üzerindeki ince pelerinle taş döşemenin üzerinde çıplak ayakla kımıltısız duran bu kadın, ateş yanmayan, eğik penceresi poyrazı her zaman geçiren ama güneşi asla içeri sokmayan bir hücrenin gölgesinde acı çekermiş ya da bir şeyler hissedermiş gibi görünmüyordu. Sanki hücreyle birlikte taşlaşmış, mevsimle birlikte donmuştu. Elleri kenetli, bakışları sabitti. İlk bakışta bir hayalete, ikinci bakışta bir heykele benziyordu. Yine de ara sıra soluk almak için hafifçe açılıp titreyen mavimsi dudakları rüzgârda uçuşan ölü ve duygusuz yapraklara benziyordu. Yine de donuk gözlerinden yayılan derin, kasvetli, tasvir edilemez bakışlarını hücrenin dışarıdan görünmeyen bir köşesine sabitlemişti. Bu bakışlar kederli bir ruhun tüm karamsar düşüncelerinin yoğunlaştığı, bilinmeyen, gizemli bir nesneye yönelmişti. İşte münzevi ismini yaşadığı hücreden, pelerinli rahibe lakabını giysisinden alan yaratık böyleydi.
Oudarde, çocuklarınız olduğunda, hiçbir şeyin o küçük ayaklar ve o küçük ellerden güzel olmadığını göreceksiniz.
Aşka düşkün bu kadınların yüreğini doldurmak için bir âşık ya da bir çocuk gerekir. Aksi takdirde mutluluğu asla bulamazlar.
Reklam
Zavallı kız! Çok güzel dişleri vardı, onları göstermek için gülmeyi severdi. Oysa gülmeyi seven ağlamaya doğru yol alır; güzel dişler güzel gözleri mahveder.
Ortaçağ kentlerinde bu türden mezarlara sık rastlanırdı. En işlek caddelerde, en kalabalık ve gürültülü pazarlarda, atların ayaklarının, arabaların tekerleklerinin altında, kendini sonsuz bir kedere, kefarete adamış bir insanın duvarla örülmüş, parmaklıklı bir mahzende, bir kuyuda, bir hücrede gece gündüz dua etmesiyle sıklıkla karşılaşılırdı. Ve
Bir kitap kolayca hazırlanır, ucuza mal olur ve çok uzun dönemler boyunca varlığını sürdürür. Tüm insan düşüncesinin bu yokuştan aşağı akıp gittiğine neden şaşırmalı? Bu durum mimarinin hâlâ sağda solda güzel bir abidesi, yalıtılmış bir başyapıtı olmayacağı anlamına gelmez. Matbaanın egemenliğinde de, tıpkı mimarinin egemenliğindekine benzeyen ve tüm halkın toplanmış ve kaynaştırılmış rapsodilerle hazırladığı İlyadalar, Romanserolar, Mahabharatalar ve Nibelungenler gibi zaman zaman bir ordu tarafından bir araya getirilmiş top parçalarından yapılmış bir sütuna rastlanabilir. Büyük bir rastlantı eseri yirminci yüzyılda tıpkı on üçüncü yüzyıldaki Dante gibi, dâhi bir mimar ortaya çıkabilir. Ama mimari artık toplumsal, kolektif, baskın sanat olamaz. İnsanlığın büyük şiiri, büyük yapısı, büyük eseri artık inşa edilmeyecek, matbaada basılacak.
Bu arada matbaacılığın durumu nedir? Mimarinin elinin altından kayıp giden tüm bu yaşam ona doğru akar. Mimari geriledikçe matbaa büyüyüp gelişir. İnsan düşüncesinin yapılar halinde harcadığı bu güçler sermayesini artık kitaplar halinde harcar. Böylece on altı yüzyıldan itibaren matbaa mimarinin çöktüğü oranda güçlenir, onunla mücadele edip onu öldürür. On yedinci yüzyılda, dünyaya büyük bir edebi yüzyılın şölenini verecek kadar yüce, egemen ve zaferinin bilincindedir. On sekizinci yüzyılda, XIV. Louis'nin sarayında uzun süre dinlendikten sonra, Luther'in kılıcını yeniden kavrayıp onu Voltaire'e verir ve mimari tarzını daha önceden öldürdüğü eski Avrupa'nın üzerine hararetle saldırır. On sekizinci yüzyıl biterken her şeyi yok etmiştir. On dokuzuncu yüzyılda her şeyi yeniden inşa edecektir.
Bu yüzden, matbaanın keşfinden beri mimarinin yavaş yavaş kuruduğunu, köreldiğini, içinin boşaldığını görebilirsiniz. Suyun alçaldığı, özsuyun çekip gittiği, dönemlerin ve halkların düşüncesinin ondan uzaklaştığı kolayca hissedilebiliyor! Mimariden soğuma on beşinci yüzyılda belli belirsizdir, o dönemde henüz güçsüz olan matbaa kudretli mimariden en fazla bir yaşam kıvılcımı sızdırır. Ama on altıncı yüzyıldan itibaren hastalığı ilerleyen mimari toplumu yeterince ifade etmez; sefilce klasik sanat kılığına bürünür, Galyalı, Avrupalı, yerliyken, Yunanlıya ve Romalıya; gerçek ve çağdaşken sahte antiğe dönüşür. İşte Rönesans olarak anılan bu çöküş yine de muhteşemdir, çünkü eski gotik deha, Mainz'in o devasa baskı makinesinin ardında batmakta olan o güneş, son ışınlarını bir süre daha Latin kemerlerinden ve Korint sütunlarından oluşan o melez yığının üzerine göndermeye devam eder.
Matbaacılığın keşfi tarihin en büyük olayı, en büyük devrimi, insanlığın ifade tarzının tamamıyla yenilenmesi, insan düşüncesinin bir kılıktan başka bir kılığa girmesi, Adem'den beri zekâyı temsil eden o simgesel yılanın tam ve nihai deri değiştirmesidir. Matbaa formunda her zamankinden daha fazla ölümsüzleşen düşünce havaya karışmış bir halde uçucu, kavranamaz ve yok edilemezdir. Mimari kendi döneminde bir dağı andırıyor, bir yüzyıla ve mekâna tüm gücüyle hâkim oluyordu. Şimdiyse rüzgârlarla dört bir yana dağılan, havanın ve uzayın tüm noktalarını istila eden bir kuş sürüsüne benziyor.
9.7k öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.