Kitabı o kadaaar uzun sürede okudum ki, acaba bitmeyecek mi diye sorguladığım bir süreç yaşadım. Bu okuma sürecinin uzaması kitaptan kaynaklı dersem yalan söylemiş olurum. Kurgulanan distopyanın bilim ve teknoloji temelinin üzerine oturması özellikle farklı kavramların, sınıfların devreye girmesi dikkatimi yoğunlaştırmamı güçleştirdi.
Gelelim bu kitap ne anlatıyor kısmına. Huxley'nin 26.yy. fütürist Londra'sı...Gerçekten tam anlamıyla bir distopya okuyoruz. Yapay kuluçka süreciyle dünyaya gelen düzinelerce tek yumurta ikizi, dünyaya gelen çocukların kast sisteminde bulunacağı sınıfa, ekonomik ve sosyal politikaya göre Pavlovcu ve tıbbi olarak koşullandırılması, hatta gelecekte yapacakları işlerin dahi kuluçka sürecinde belirlenmesi, çocuklar için normalleştirilen erotik oyunlar, hedonizm tabanlı ilerleyen hayatlar, "herkes herkese aittir" ideolojisiyle yaşanan sınırsız cinsellik, samimi ve uzun süreli ilişkilerin anormal karşılanması... Sadece bunları okumak bile içimizi kararttı değil mi? Peki ya bireylerin mutlu olmak üzere şartlandırıldığı bu toplumda birileri mutluluğu ve sınıfsal düzeni sorgulamaya başlasaydı ?
Kitapları okurken bazı sorular oluşuyor kafamda. Bu kitabı okurken de oluşan sorulardan birkaçı şunlardı:"Sorgulamadan, karar verme imkanını yok sayarak yaşamak mutluluk getirir mi?", "İnsan acı çekmeye bir özlem duyar mı?", "Bağlanmamak mutluluğa dahil midir?", vs.
Sonuç olarak insan mutluluğuyla, acılarıyla, tutkusuyla, kurduğu ilişkilerle, bağlılığıyla, mahremiyetiyle bir bütündür.