"Aşk, bir bedende iki kişi."
“Ey aşk...! bir mucize gerçekleştir şimdi
Şapkandan bir kumru havalansın
Bana öyle büyük ki bu kalp,
Gelsin yüreğime yuvalansın”
Kitabı okurken sımsıcak bir yürek buldum. Yaşam kavgasının molalarında, sıcacık bir poğaça, buğusu üstünde demli bir çay, sevgi ve vefayla beslenmiş hoş bir muhabbet, zifiri
Dili çok güzel, sade ve akıcı. Altı çizilecek ve alıntı yapılabilecek yığınla satır dolu bir kitap. Şahsen ben okumaktan büyük keyif aldım, yaşamın her alanından izler buldum. Hiç bitmesin istediğim “Bir Delinin Senfonik Dokundurmaları” isimli şiirini aşağıya alıyorum.
-Sevgi,
Kilidi olmayan tek hazinedir.-
-Sevgisiz kalp ışık girmeyen mabet
“Yaşamak öyle büyük bir hayal kırıklığı ki!”
Dorian Gray ın Portresi hakkında söylemde bulunmadan önce yazarı Oscar Wilde nin hayatı hakkında birkaç söylemde bulunmak gerektiğini düşünüyorum.
Yazar Hakkında:
İrlandalı yazar ve şair Oscar Wilde, 1854’te Dublin’de doğmuştur. Anne ve babası eğitimli ve kültürlü insanlardı. 1874’te Oxford’taki
Uzun süre etkisinden çıkamayacağım ve yıllar geçse bile bana bugün yaşattığı etkiyi hiç unutmayacağım bir kitap . İnce Memed kadar sevdim İbram’ı , Kuyucaklı Yusuf kadar… Ege’yi çok sevdim mesela .. Denizi .. Yunus ları.. Adaletsizlik, çıkar dünyası hep aynı mı be kardeşim.. Eczacı Süleyman’lar hep mi birbirine benzer.. Ah ya o Osman’lar Leyla’lar.. iyi ki diyorum iyi ki okumuşum. Dönüşen Türkiye’yi zalimin zulmünü , aranan hakları , güzelim aşkları Ahmet Büke’nin yalın anlatımıyla da okuyun . Tavsiyemdir.
Tutunamayanlar... Hayata, dünyaya, sevgiye, aşka, çirkinliklere, inanca, güvene, çalışmaya, düşüncelere, yorgunluklarla dolu bir yaşama, kırılmış bir kalbe, sızlayan bir yüreğe ve bu yazılan, ucu bucağı olmayan kelimelere tutunamayanlar. Ne kadar bir güzel isim? Kapağında yazan bir kelime, içindeki 700 küsür sayfaya denk hatta fazla hatta sonsuz.
OĞUZ ATAY’A MEKTUP
"Sevgili Oğuz Atay,
Belirsiz bir zamandan yazıyorum sana bu mektubu. Hangimizin şimdiki zamanı daha kıymetli diye düşünmeden. Bilirim sevmezsin geçmiş zaman güzellemelerini. O yüzden sana biraz gelecek haberleri vermek istedim. (Gelecekten haberler diyecektim utandım, falcılara bile saygı duymak lazım.)
Önce
Virginia Woolf’un belki de en çok tanınan ve kendisine en çok gönderme yapılan kitabı Kendine Ait Bir Oda üzerine bir şeyler yazmak üzere yola çıktığımda kitabın içeriğini en iyi özetleyen iki anahtar kelimenin peşine düştüm: Kadın ve edebiyat. Bu iki anahtar kelime aslında göründükleri kadar basit değil. Üzerlerinde daha derinlemesine düşündüğümüzde bu kelimeler –özelde kadınlar, genelde bütün toplum için geçerli- çok önemli meselelere giden yollara açılırlar: Toplumsal cinsiyet meselesi, ataerkil bir düzenin varlığı, eğitimdeki eşitsizlikler, kadınların tarihte yer alamayışı ya da kadınların tarihinin silikliği, edebiyatta erkek egemenliği vb. Woolf, bu yolun sonunda, bu herbiri birbirine bağlı ve sorunsallaşmış meselelerden kendi sonucunu/çözüm önerisini çıkarır: Kadınların, entelektüel alanda yaratıcı olabilmesi için “kendilerine ait bir oda”ya ihtiyaçları vardır. Bu paradigmada cevaplandırılması gereken iki önemli soru karşımıza çıkar: Yazın dünyası neden kadınlar için, erkekler için olduğundan çok daha zordur? Ve Woolf’un bu zorluklar karşısındaki çözümü, “kendine ait bir oda”ları olması, ne anlama gelir? Kadınların yazım alanına olan katkılarının ne şekilde ne zaman başladığını aydınlatması bakımından güzel bir eserdi.
Kitapta birbirinden farklı hikayeler mevcut ama her hikayenin sonu nerdeyse aynı hep bir ölüme bağlanmış keşke geceyi aydınlatan ay ışığı gibi umut ışığı da sonlara yansısaydı. Kitaptaki hikayelere kısaca değinmek istiyorum.
Ay ışığı sokağı
Bilinmeyen birinin şahit olduğu bir adam ve karısının ilişkisine değiniyordu. Kadın kötü yola düşmüştü
Eskiden var ya, ben balon satmadan önce, para kazanmadan önce evde bana herkes köpek muamelesi yapardı, herkes başkasını severdi. Beni kimse sevmezdi. Aaaaah, bu dünya çıkar dünyası. Ben para kazanıp da eve getirince önce annem beni öptü, sonra babam sonra da ablam var ya, o her gün beni küçümseyen ablam var ya, o ablam işte beni öptü. Sonra ben para kazandıkça abi, bana saygıda kusur etmediler. Babam bana ayakkabı aldı, en güzelinden, pantolon gömlek, kravat aldı. Yemekte beni sofranın en başına babamın yanına oturuyorlar. En güzel et parçalarını bana veriyorlar, Yatak çarşaflarım her gün değiştiriliyor, anam saçlarımı güzel güzel her gün tarıyor.
Efendim Zümrüt Ayna kitabı 99 senesinin yazılarından oluşan bir kitapmış. Kolaya kaçmışlar. Ama kitap şöyle başlamış; Ahmet Necdet Sezer Bey’den bahsetmiş. Eski Cumhurbaşkanlarımızdan.
Sezer üniversite nedir, nasıl yönetilir konusunda hiçbir fikri olmayan bir adamdı. Entelektüel bir tarafı bulunmayan bir adamdı, diyerek yani sözüm ona biraz
_Hayat öylesine sürprizlerle doludur ki, sırtındaki küfeyi alır kiminden, elmasları yükler taş yerine.
_Onların zırvalara inanmalarının sebebi, cahillikleri.
_Sefil egolarının değer ölçüleriyle ölçüp, gerçeğe, güzele ve iyiye ağızlarından salyalar saçarak nutuk çekiyorlar.
_Köle tiplerden oluşmuş hiçbir devlet yasayamaz. Köleden doğan yine köle
Türk Ocakları Ankara Şube Başkanı TÜRKÂN HACALOĞLU’nun toplantıyı açış konuşması
“20 yıl önce ebediyete gönderdiğimiz Türk milliyetçilerinin Galip Abisi için bugün burada toplanmış bulunuyoruz. Siz Galip Abi dostları, hepinize ‘Hoş geldiniz.’ diyorum. Bugünün anlamı benim için çok önemli. Çünkü çok değer verdiğim üç önemli şahsiyet şu anda