Nasıl bağışlanır suçunu başında taşıyan?
Çamurlu, pis yollarında bu dünyanın
Altın dolu eller adaleti yanıltabilir;
Kanunları satın aldığı çok görülmüştür
Cinayet kurallarına bulanmış kazançların.
Ama yukarıda, alavere dalavere yok yukarıda.
Orada tepeden tırnağa, bütün suçlarımızı
Ortaya dökmek zorundaydım.
Ne yapmalı öyleyse? Ne kalıyor yapılacak?
Suçluyum demek, diyebilmek, evet, büyük şey bu,
Ama günah çıkarmak neye yarar,
Pişman olmaz, yaptığından dönmezse insan?
Ah, iğrenç kaderin, ölümden karanlık kaderim benim!
Çamurlara batmış zavallı ruhum benim,
Melekler, kurtarın, kurtarmaya çalışın beni!
Bükülün, bükülmek bilmeyen dizlerim!
Siz de, ey çelik telleri katı yüreğimin,
Yumuşamayın yeni doğmuş çocuğun sinirleri gibi.
Kim bilir, bir şeyler değişir belki.
ANKARA 1978. tek başımayım, bana bir ses konuşuyor. Eğer uyuyakalmıyorsam sonuna kadar dinliyorum. Ilık ve güzel bir ses. Sonunda böyle karar veriyorum. Tırmalamıyor okşuyor, itip yıkmıyor, biraz eşeleyip kabartıyor. Ve sonunda uykum kaçıyor. Balkona çıkıp toksinlerini çıkaran kente bakıyorum. Ve dinlemeye devam ediyorum. Yadırgamıyorum kendimde
“Ağır ve taşınması çok güç yükler vuruyorlar sırtına!”{101}, evet, bu sözü hatırlayın! Çocuklarımızı düzeltmek zorunda olduğumuzu söyleyeceksiniz. Bakın: Kendimizi onların üstünde görmeyelim, onlardan kötüyüz bir kere. Çocuklarımıza daha iyi olmaları için bir şeyler öğretirsek, onlar da bize çok şey öğreteceklerdir ve onlara yakınlaşmamız bizleri
"Bir zamanlar bir taş işçisi varmış… Kızgın güneşin altında bir dağın eteğindeki taş ocağında çalışır, sabahtan akşama kan ter içinde taş çıkartırmış. Bir gün yine güneşin altında çalışırken kafasını bir an kaldırıp güneşe bakmış:
– Ah bir güneş olsaydım, demiş, öylesine yüksekte, öylesine güçlü… Öykü bu ya… O an bir mucize gerçekleşmiş… Taş işçisi güneş olmuş…
Ama kısa süre sonra fark etmiş ki, dünyaya gönderdiği ışınları bulutlar kesiyor, onları aşamıyor:
– Bulutların arasından ışınlarımı geçiremedikten sonra güneş olmak neye yarar, demek ki bulut daha güçlü, keşke bulut olsaydım diye söylenmiş… O anda bir mucize daha gerçekleşmiş. Bulut olmuş… Dünyayı yüksekten zevkle izlerken, başlamış rüzgârın önünde sağa sola uçuşmaya. Sıkılmış:
– Rüzgâr istediği anda bulutları dağıtıyor, demek ki rüzgar buluttan daha güçlü, keşke rüzgâr olsaydım demiş… Rüzgâr olmuş o anda… Bir iki esmiş sevinçle…
Ama bakmış ki önüne duvar gibi dizilen dağlara çarpıp kalıyor:
– Dağları aşamadıktan sonra rüzgâr olmanın faydası ne, demek ki dağ rüzgardan daha güçlü, keşke dağ olsaydım diye söylenmiş kendince… Ve dağ olmuş o anda… Bütün heybetiyle ulaştığı gücün keyfini sürerken sırtında inceden bir sızı hissetmiş.. Birisi vura vura karnından parçalar söküyor. Dağ oyuluyor…
Bir bakmış… Bir başka taş işçisi çalışıyor eteklerinde… Ne yaptıysa durmamış işçi; demek ki bir taş işçisi benden daha güçlü diye düşünmüş ve keşke taş işçisi olsaydım demiş."
Eski zamanlarda uzak bir ülkede geçimini dağdan yonttuğu mermerleri işleyerek sağlayan bir mermer yontucusu yaşarmış. Yontucu, kızgın güneşin altında mermer yontmaktan bıkkın bir halde söylenir dururmuş:
- “Bıktım bu hayattan... Devamlı mermer yontmaktan, ölesiye çalışmaktan bıktım... Dağ büyük, bense küçüğüm. Ah tanrım! Ne kadar da güçsüzüm...
Herkesin bir yolu var mıdır bilmem. Hayatta asıl bilmem gerekenleri bilmem. Bu da aslında onlardan biridir. Bilsem, yine bir şey bilmiş olmayacağım, bunu biliyorum. Başkasına ait, onun sırrı ile bildiği bir şey anlatılsa bile anlaşılmıyor. Çalınmasından bile korkmamak lazım. Anlatmak için çırpınılsa, bir gerçek bir başka kimse ile birleşemiyor. Mümkün değil birleşmiyor. Gerçek, parmak izi gibi kendine ait, değişmez, neye yarar peki? Suç işlediğinde yakalanmaya, başka değil. Parmak izi ile kim felah bulmuş, kim parmak izini gösterip rahatlamış, kim başkasında olmayan yani başkasının göremediği yani ona yok sayılan bir gerçekle övünmüş de neyle övündüğü anlaşılmış? Kim övünmüş de övünürken asıl söylemek istediklerini söyleyebilmiş? Ah pek yazık, gerçekten pek yazık. Gerçek varsa, bu yazıktan vazgeçerim. Yoksa yazık demek hiçbir şeye yetmez. Bu yazık dünyanın, orta yerin, bu pek kâbuslu rüyanın söylenişi. Yaşıyor muyuz? Evet, pek yazık, şimdilik pek yazık.
Genç Werter'in Acıları adlı romanı piyasaya çıktığı dönemde birçok kişinin intihar etmesinin asıl sebebinin bu roman olduğu öne sürülür. Bu sebebten ötürü de bu kitabı çok önceden almama rağmen okumak için zamanının gelmesini beklemiştim.
Goethe bu kitabı iki haftada yazmış ben ise hiç bitmesin diye bir cümle bir cümle okudum.
Ah Montaigne…Onun ‘’Denemeler’’ini okuduğunuzda şunun gibi bir soru sorarken bulabilirsiniz kendinizi; ‘’Acaba bu kitap, başka bir evrende, benim kalemimden çıkmış olabilir mi?’’ Zaten amaçlananın biraz da bu olduğu kanısındayım ben. Montaigne, okuyucuya notunda gayesinin öldüğü vakit yakınlarının, hakkında etraflıca bilgi sahibi olmasından