“…Karga ağzında bir karga ölüsüyle geldi uzaktan ve orada bir yere kondu. Toprağı eşeledi ve ağzındaki ölüyü, açtığı çukura koydu. Sonra eşelediği çukurun üzerini yine toprakla örttü. Bunları gören Kabil’in içi yandı, bir karga kadar olamadığı ve kardeşinin ölüsünü açıkta bıraktığı için pişman oldu. Ah! Etti.”
Ey cellatlar, ey güvercin kasapları, ölüm tacirleri…
İnsan daha konuşmadan, öğrenmeden bilmeden “mezar kazıyordu” ölüsü için.
Ah zavallılar, sevinçlerini suç sayanlar.
Ey insan, derdin az mı ki, kendine yeni dertler buluyorsun! Az mı kötü haldesin ki, bir de kendini kötülemeye çalışıyorsun.
İnsan kaybolmayı ister mi?
Ben işte istedim bayım.
Uzaklara gittim
Uzaklar sana gelmez, sen uzaklara gidersin
Uzaklar seni ister, bak uzaklar da aşktan anlar bayım!
İnsan bazen kırk yılı geç kalmışlıklarla geçer . Kırk yıl boyunca her şeye geç kalır bazı insanlar.
Kayıp mı
Kazanç mı bu bilemeyiz.
Biz kaybederken kazanmış insanlarız...
Ah, insan öyle fani ki, yaşadığından gerçekten emin olduğu bu dünyada bile, varlığının tek bir gerçek iz bıraktığı bu dünyada bile, sevdiklerinin ruhunda ve hatıralarında o da sönüp kaybolacak, hem de çok çabuk!
''Yalnızca kadınların olduğu bir ülke gerçekten var diyelim, demişti Jeff sürekli,''nasıl insan olurdu bunlar?''
Böyle bir ülkenin kaçınılmaz sınırlamaları,bir arada yaşayan bir sürü kadının kusurları ve ahlaksızlıkları konusunda öyle ukala fikirlerimiz vardı ki.Onlarda ''kadınsı kibir''dediğimiz
Çoğu insan yaşayabilmek için zamanın büyük kısmını çalışarak geçirir ve geriye kalan , özgür olduğu o azıcık zaman öyle endişelendirir ki insanı , ondan kurtulmak için her yolu dener. Ah, insanın yazgısı !