" düşüncelerim Silviamla birlikte her gece;
Kanat takar o kölelere, gönderirim yanına.
Ah, onlar gideceğine efendileri uçabilseydi de,
Hissiz düşünceler değil, o olsaydı orada!
Ulak düşüncelerim yaslanırken apak bağrına,
Onların efendisi, kralı, ben, kıskanırım
Feleğin layık gördüğü nimeti uyruğuma;
Uşaklarımın kısmetine imrenir, hayıflanırım.
" ne işi var uşakların, efendinin yerinde?" derim
Onları gönderdim diye kendimi lanetlerim."
"Bundan sonra ne yapacaksın" dedi, Süleyman. "Sen beni biliyorsun kalamam buralarda" dedim. Kalamazdım gerçekten de, gitmem lazımdı buralardan. Nereye, nasıl bilmiyordum. Ama gidecektim, kaçacaktım ya da onu biliyordum. Tek ihtiyacım olan üstümde gezecek bir mouse okuydu. Tek başıma hareket etmeyecektim herhalde. Eski model bir
Selam! Bugün taze taze okuduğum, ki zaten hepi topu 76 sayfa olduğu için pek zor olmadı, Dostoyevski’nin “Beyaz Geceler” isimli kısa öyküsü hakkında konuşmak istiyorum. Kitaptan bahsetmeden evvel ise çevirisi hakkında bir dizi sitem etmeyi uygun buldum.
Öncelikle kitabı güvendiğim bir yayınevinden satın alıp yeniden okuyacağımı söylemek isterim
Her gün bir kez bu kitabın başına geçtim. Her gün bir kez dışarı çıktım kırık bir bulutla yürüdüm, her gün bir insana bakıp, yüzümü yere eğdim. Her gün bir gazeteye boş gözlerle baktım. Her gün birileri konuştu, onları dinliyor gibi yaptım. Her gün bir kez "neredeyim" diye sordum kendime. Her gün bir kuzey kışı indi içime. Her gün
Ah, birilerini sevindirmek ve bundan sevinç duymak ne kolay: İnsanın sadece kendini açması gerekir , hemen insandan insana canlı bir akış başlar, yücelerden aşağılara iner, derinlerden tekrar sonsuzluğa yükselir.
Bu gece en hüzünlü şiirleri yazabilirim
Şöyle diyebilirim: "Gece yıldızlardaydı
Ve yıldızlar, maviydi, uzaklarda üşürler"
Gökte gece yelinin söylediği türküler
Bu gece en hüzünlü şiirleri yazabilirim
Hem sevdim, hem sevildim, ya da o böyle söyler
Bu gece gibi miydi kucağıma aldığım
Öptüm onu öptüm de üstümde sonsuz
gökler
Hem
Kimi gün öylesine yalnızdım
Derdimi annemin fotoğrafına anlattım
Annem
Ki beyaz bir kadındır
Ölüsünü şiirle yıkadım.
Bir gölgeyi sevmek ne demektir siz bilmezsiniz bayım
Öldüğü gece terliklerindeki izleri okşadım.
Dertli ne ağlayıp gezersin burda?
Ağlatırsa Mevlâ’m yine güldürür.
Nice dertli kondu göçtü burada,
Ağlatırsa Mevlâ’m yine güldürür.
Bu dert benim munisimdir, yârimdir,
Arşa çıkan benim ah ü zarımdır.
Seni ağlatan lutf ıssı kerimdir,
Ağlatırsa Mevlâ’m yine güldürür.
Sevdaya salma şu garib başını,
Akıtır gözünden kanlı yaşını.
Kerimdir onarır kulun işini,
Ağlatırsa Mevlâ’m yine güldürür.
Yunus senin gözlerinde çok hal var,
Önünde uğrayıp geçecek yol var.
Gece gündüz dur da Mevlâ’ya yalvar,
Ağlatırsa Mevlâ’m yine güldürür.
Bir gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz siz bayım
Öldüğü gece terliklerindeki izleri okşadım.
Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Acının ortasında acısız olmayı,
Kalbim ucu kararmış bir tahta kaşık gibiydi bayım.
Ah, ne olursa olsun bu canlılığın içine dalmalıydım, başkalarının bu nabız gibi atan, gülen, soluk alan tutkusuna bir şekilde ben de katılmalıydım, ne olursa olsun ben de içlerine karışmalı, damarlarında akmalıydım