"(...) Bazen bütün gün metro ile gezip onlara bakıyorum, onları dinliyorum. Kim olduklarını, ne istediklerini ve nereye gittiklerini öğrenmek istiyorum sadece. Bazen eğlence parklarına gidip arabalarına bindiğim bile oluyor, gece yarısı şehir sınırında yarıştıklarında... sigortalı oldukları sürece polisin umrunda olmuyor. Bazen metrolarda gizlice kulak kabartıyorum. Veya gazoz makinelerinin başındayken kulak kabartıyorum ve biliyor musun?" "Neyi?" "İnsanlar hiçbir şeyden bahsetmiyor." "Ah, bir şeylerden bahsediyorlardır mutlaka!" "Hayır, hiçbir şeyden bahsetmiyorlar. Genellikle bir sürü araba veya giysi markası ya da yüzme havuzu firması sayıp, ne güzel diyorlar! Ama hepsi aynı şeyleri söylüyor ve kimse kimseden farklı bir şey söylemiyor. Kafelerde de genellikle espri makineleri çalıştırılıyor ve genellikle aynı espriler yapılıyor veya müzik duvarının ışıkları yakılıyor ve bütün o renkli desenler inip çıkıyor, ama bunlar sadece renk ve tamamen soyut. Müzelerde de... müzeye gittin mi hiç? Tamamen soyut. Artık sadece bu var. (...)"
Frodo hızla yaklaştıkça, büyük sütunlar onu karşılarcasına kuleler gibi yükseldi. Dev gibi gelmişlerdi ona; sessiz fakat tehditkâr iri kurşuni siluetler. Sonra sütunların gerçekten de elle biçimlendirilmiş olduğunu gördü: Eskinin hüneri ve gücü bunlar üzerinde çalışmıştı ve üzerlerine yontulmuş olan o fevkalade suretleri unutulmuş yılların
Reklam
Kimi gün öylesine yalnızdım Derdimi annemin fotoğrafına anlattım. Annem Ki beyaz bir kadındır Ölüsünü şiirle yıkadım. Bir gölgeyi sevmek ne demek bilemezsiniz siz bayım Öldüğü gece terliklerindeki izleri okşadım.
Aragorn uykusunda kıpırdandı, döndü ve doğruldu. "Ne var?" diye fısıldadı yerinden fırlayıp Frodo'nun yanına gelirken. "Uykumda bir şey hissettim. Neden kılıcını çektin?" "Gollum," diye cevap verdi Frodo. "Ya da ben öyle tahmin ediyorum." "Ah!" dedi Aragorn. "Demek yol kesen minik eşkıyamızın farkındasın sen de. Moria boyunca, ta Nimrodel'e kadar peşimizdeydi. Kayıklara geçtiğimizden beri bir kütüğe uzanmış, elleri ve ayaklarıyla kürek çekip duruyor. Bir iki kere gece onu yakalamaya çalıştım; ama hem bir tilkiden daha kurnaz hem de bir balıktan daha kaygan. Nehir yolculuğunun onu dize getireceğini umuyordum fakat suda onunla başa çıkılmıyor. "Yarın daha hızlı gitmeyi denemeliyiz. Sen yat şimdi, gecenin geri kalan kısmında ben nöbet tutarım. Keşke o sefil elime düşse, işimize yarayabilir. Ama eğer elime geçiremezsem, elimizden geleni ardımıza koymayıp takibinden kurtulmalıyız. Çok tehlikelidir. Geceleri kendi hesabına işleyeceği cinayetler bir yana, etrafta olan diğer düşmanları da peşimize takar." O gece Gollum'un bir daha gölgesi bile görünmeden geçti. O olaydan sonra Grup çok daha dikkatli oldu ama yolculuk boyunca Gollum'u tekrar görmediler. Hala onları takip ediyor idiyse bile çok ihtiyatlı ve çok kurnazdı. Aragorn'un emriyle artık uzun uzun kürek çekmekteydiler; kıyılar hızla akıp gidiyordu. Fakat etraflarındaki toprakların çok azını görebiliyorlardı, çünkü genellikle arazinin elverdiğince gizlenerek gündüzleri dinlenip gece ve alacakaranlıkta yolculuk yapıyorlardı. Bu şekilde, yedinci güne kadar hiçbir şey olmadan geçti zaman.
Beren ile Luthien öyküsü
“Size Tinuviel’in öyküsünü anlatacağım,” dedi Yolgezer, “kısaca, çünkü bu sonu bilinmeyen uzun bir öyküdür ve artık Elrond’dan başka bu öyküyü eskiden anlatıldığı gibi, doğru dürüst hatırlayan kimse kalmadı. Bütün Orta Dünya öyküleri gibi güzel ama acık bir öyküdür, yine de içinizi açabilir.” Bir süre sessiz kaldı; sonra konuşmaya değil, yavaş
"'İşte sana son günlerdeki bir olay. İhtiyar bir papaza yirmi yaşlarında, sarışın, Normandiyalı bir kızcağız gelir. Kafese doğru eğilerek papaza günahını fısıldamaya başlar. 'Aman kızım, gene mi günah işledin?' der papaz, 'Ah, Sancta Maria, hem de başka birisiyle, ha! Ne zamana kadar devam edecek bu, utanmıyor musun hiç?' Kız, gözyaşları içinde, 'Ah mon père, ne yapayım,' der. Ça lui fait tant de plaisir et à moi si peu de peine!* Cevaba bak. Ben bile pes ettim: Tabiat ananın haykırması bu; bakirelikten iyi bence! Kendi hesabıma günahını affettim, gidecektim, ama gene de dönmek zorunda kaldım. Bizim papazın, hücre deliğinden, kıza o gece için randevu verdiğini duydum. Kaya gibi ihtiyar bir anda düşmüştü! Tabiat, tabiat gerçeği hakkını alıyor. Niye burun kıvırıyorsun gene, gene mi darılttık? Sana da bir şey beğendiremiyoruz ki...'" * Ah pederim, bu ona öyle bir zevk, bana da o kadar az zahmet veriyor ki!
Reklam
"Ah, ne güzeldi başkalarını sevindirmek! Hissediyordum, onlar sevinirken insan da mutlu oluyordu. Yeter ki o bağrını açsın! Canlı bir akım yükseklerden derinliğe düşüyor, sonra köpürerek sonsuzlara çıkıyor, insandan insana geçiyordu."
"Kimi gün öyesine yalnızdım Derdimi annemin fotoğrafına anlattım. Annem Ki beyaz bir kadındır Ölüsünü şiirle yıkadım. Bir gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz siz bayım Öldüğü gece terliklerindeki izleri okşadım. Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca Acının ortasında acısız olmayı, Kalbim ucu kararmış bir tahta kaşık gibiydi bayım."
Yeryüzü ayetleri
O zaman Güneş soğudu Ve bereket topraklardan gitti Ve çöllerde yeşillikler kurudu Ve balıklar denizlerde kurudu Ve toprak Ölülerini kabul etmez oldu artık.
Öğrenmişti ki bir perişanlık ve çok ağır ezen bir üzüntü ancak kendini daha perişan bir hale sokarak yumuşatılabilir. Ölüm ölünün yanında mezarın kenarına bir gece olsun kıvrılıp yatılmadan sükünet bulmaz, evine dönen, yatağına yatan, komşunun getirdiğini yiyen bu derdi hem çekmiş, hem geçirmiş olmaz. Hem çekilmeyen hem geçmeyen şey ne olur, işte o olur. Aziz bu hali olabilecek her seviyeye taşımak için saatlerce kapıda buz gibi taşta ağzı kapının eşiğinde uyumadan yattı. Oradan geceye doğru çatıya tırmandı, kiremitlerin üstüne uzandı, kendini evi kaplamış gibi hissetti. Deliliğe komşu durduğu için üşümemek acıkmamak gibi her türlü deli armağanı ve konforu ile donanmıştı. Delilik de böyle korunup kollanınca kolay aslında diye içinde, geçirdi, baksana deliyi de doyuran hem de acıktığını duymadan doyuran üşüdüğünü hissettirmeden giydiren var, ne mutlu böyle deliliğe ne acı her şeyini kendi yapmak zorunda olup bin eksikle beş parasız ve gayrı memnun duran zavallıya, ah, deyip bir müddet bir saz çalar gibi ahenktar ağladı. Ağlayışı acı ve kederden ziyade bir icra gibiydi. Ağlaması bitince kendi de bunu bir güzel taksim dinlemiş gibi aklında kalan nağme olup olmadığını arar buldu, bir ağlama nağmesi, bir damlası ama yoktu, yapılmış, bitmişti.
Sayfa 267
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.