Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Ahmet Ceran

Boğaziçi Köprüsü'nden kopan taksi Etiler'e doğru yol alırken, radyoda Orhan Gencebay'ın Hayat Kavgası şarkısı çalmaya başladı. İbrahim Kurbanların evinin önüne geldiğimizde şarkı henüz bitmemişti. Şoföre parayı saydım, fakat arabadan inmedik. Şoför, soru soran gözlerle suratımıza bakıyordu. İşaret parmağımı dudaklarına götürerek, "Hışşş," dedim. Şarkı bitti. Biz taksinin arka kapılarını aynı anda açıp dışarı çıkarken, İbrahim Kurban başını içeri uzatarak durumu şoföre açıkladı: "Orhan Gencebay çalarken arabadan inilmez kaptan."
Reklam
“Mikrop'a bakıp gülümsedim. Saflığından sarf etmemişti bu cümleyi, iyi niyetli biriydi İnsanların yalan söylemesine gerek olmadığına inanan başka türlü bir saflık vardı onda. Zeki biriydi yoksa, okumayı beş yaşında kendi kendine sökmüştü, birinci sınıfta bir hafta yan yana oturmuştuk, sonra onu ikinci sınıfa almışlardı, ikinci sınıfta kaldı sonra, ben ikiye geçince de beraber okumaya devam ettik. İkilik bir öğrenci değildi, bir buçukluk falandı herhalde o zaman. Hep öyle bir buçukluktu. Bir insan için bir buçuk kişiydi, iki insan olamayacak kadar da tekti. Belki de bu yüzden böyle sessizdi çoğu zaman.”

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
“Televizyon insanın afyonudur,’ derdi.” “Afyon ne ki?” “Esrar.” “Esrar?” “Cigaralık.” “Cigaralık?”
“Bir sürü bozukluğunu almıştım yıllarca. O beni hatırlamıyordu tabii, olsun, hatırlanmıyorum diye unutacak değilim.”
Reklam
“TÜBİTAK’ın düzenlediği okullar arası bir proje yarışmasında mı ne dereceye girmişti, ertesi yıl Amerika’ya gönderdiler bu ülkeye fazla diye, işte o herif, o maloğlumal, çekirdeklerini ayıklayamadıgı için karpuz yiyemezdi.”
“Bir intiharın birçok nedenleri vardır, ama genel olarak en çok göze çarpanları, en etkenleri olmamıştır. İnsanın bir düşünce sonucu intihar ettiği enderdir (gene de bu varsayımı konu dışı bırakmamak gerekir). Bunalımı başlatan şeyi denetleyebilmek hemen her zaman olanaksızdır. Gazeteler sık sık “gizli kederlerden” ya da “iyileşmez hastalıklardan” söz ederler. Geçerlidir bu açıklamalar. Ama o gün umutsuz kişinin bir dostu kendisiyle ilgisiz bir tavırla konuşmuş mudur, konuşmamış mıdır, bilmek gerekirdi. Suçludur o. Çünkü böyle bir davranış daha askıda bulunan bütün hınçları, bütün bıkkınlıkları hızlandırıvermeye yetebilir.”
“Ben kötü adam değilim, Bay Meursault, anlıyor musunuz. Yalnız çok çabuk köpürürüm. Herif bana, "Erkeksen tramvaydan inersin," dedi. "Ben de, "Haydi işine, belanı arama," dedim. "Erkek değilsin," dedi bana. O zaman ben de indim aşağı ve, "Kes sesini, yoksa tepelerim," dedim. "Deme be!" diye karşılık verdi. Ben de bunun üzerine yaradana sığınıp bir tane aşkettim suratına. Yere yuvarlandı. Tam eğilip yerden kaldıracağım sırada, yattığı yerden başladı tekme atmaya. Ben de dizimle bir çıkış yaptım, kafasına da iki tane indirdim. Suratı kana bulandı. "Bu tayın kâfi mi ulan?" diye sordum. "Evet," dedi. Sintes bunları anlatırken bir yandan da sargısını düzeltiyordu. Ben karyolaya oturmuştum. Sintes, "Görüyorsunuz ya, ben dalaşmadım. Kabahat onun," dedi. Doğruydu, "Hakkın var!" dedim. O zaman, bu iş hakkında zaten bana akıl danışmak istediğini söyledi. Erkek adammışım ben. Hayatı bilirmişim, ona yardım edebilirmişim. Hem sonra o da benimle dost olabilirmiş. Sesimi çıkarmadım. Kendisiyle dost olmak isteyip istemediğimi tekrardan sordu. "Bence bir," diye karşılık verdim. Sevinir gibi oldu.”
Az sonra patron beni çağırttı. O an canım sıkıldı. Bana, "Az telefon et de daha iyi çalış," diyeceğini sandım. Bu değilmiş söyleyeceği meğer. Bana henüz bir tasarı halinde olan bir işten söz edeceğini söyledi. Konu hakkında yalnız düşüncemi almak istiyormuş. Paris'te büyük kumpanyalarla doğrudan doğruya ve yerinde işlerini görebilecek bir büro açmayı düşünüyormuş. Oraya gitmek ister miyim, istemez miyim, onu öğrenmek niyetindeymiş. Bu, bana, Paris'te yaşamak, yılın bir kısmını da gezide geçirmek olanağını verecekmiş. "Daha gençsiniz. Sanırım böyle bir hayat hoşunuza gider," dedi. "Evet," diye karşılık verdim. "Ama, doğrusunu isterseniz, bence bir," diye ekledim. O zaman, "Hayatınızda bir değişiklik hoşunuza gitmez mi?" diye sordu. "İnsan, hayatını hiç değiştiremez ki. Zaten herkesin hayatı birbirinin aynıdır. Buradaki hayatımı hiç beğenmiyor da değilim," diye karşılık verdim. Pek hoşnut kalmış görünmedi. Hep kaçamaklı karşılık verdiğimi, içimde yükselme tutkusu olmadığını, bunun da iş hayatında yıkım olduğunu söyledi, işimin başına döndüm.”
“Uykum gelmişti, ama bir türlü kalkamıyordum. Herhalde yorgun bir halim vardı ki Raymond bana, "İnsan kendini pek salıvermemeli," dedi. Önce anlamadım. Sonra açıkladı: annemin öldüğünü öğrenmiş, er geç olacak şeymiş bu. Ben de öyle düşünüyordum. Kalktım. Raymond elimi çok kuvvetli sıktı, erkek adamların birbirlerini her zaman anladıklarını söyledi.”
Reklam
“İnsan her zaman az buçuk suçludur.”
“Her gece işten sonra içiyordum, evde, tek başıma, hafta sonları at yarışlarına da biraz param kalıyordu, hayat sadeydi ve fazla acı çekmiyordum. Belki yaşamak için fazla bir neden yoktu ama acı çekmemek yeterli bir neden sayılmalı.”
“Zenginler anlarlar; sadece bir şey yapmazlar anladıkları şeyler için.”
“Tutuklanmaktan, yaptıklarının yargılanmasından mı korktun?» «Hayır. Yapmadıklarımın yargılanmasından korktum.”
“Sizler, hepiniz, içinde yaşadığınız dünya, Kostantiniye, her şey, sadece ve sadece benim düşüncemde varsınız" dedi, "Rendekâr yanılıyor: Düşünüyorum, ama sadece ben var değilim. Düşündüğüm için asıl sizler varsınız; sizler ve içinde yaşadığınız dünya".”
Rene Descartes’a Rendekar demiş, ehehKitabı okudu
“Kenti düşürmek için yıllarca savaştıktan sonra ansızın bir haberci çıkagelmiş ve kendi başkentinin yaman bir komutan tarafından fethedilmek üzere olduğunu bildirip hemen yardıma gelmesi gerektiğini söylemişti. Efrasiyab yıllarca süren bir yolculuktan sonra başkentine döndüğünde buranın bir zamanlar muhasara ettiği kent olduğunu görüp, dünyanın yuvarlaklığına hükmetmişti.”
Reklam
“Hiçbir şey geçmeyecek baba. Kimse kurtulmayacak. Çünkü Tanrı’nın Tanrısı yok. Biz ona inanıyoruz, ama o hiçbir şeye inanmıyor. Belki de tek gerçek tanrısız, Tanrı’nın kendisi, tanrısızlık Tanrı’ya mahsus! Bu yüzden, kurallarda asalet ve adalet arama! Çünkü Tanrı, ne asil ne de adil olmak zorunda! Benim gibi!”
Asil’in diyecek bir sözü yoktu. Sinirleri bir bebeğinki kadar zayıftı. Bir saniye boyunca ağlayabilir, bir saniye boyunca gülebilirdi. Bütün bebekler gibi manikdepresifti. Ne diyeceğini bilemiyordu. Mahvettiği, ailesinin, birleşme düşüncesi, Asil’e o kadar uzaktı ki nereye gömdüğünü bile anımsamıyordu.
Luke ve ben ara sıra bu caddelerde yürürdük. Bunlara benzeyen bir ev, büyük eski bir ev satın almak ve onu tamir etmekten söz ederdik. Bir bahçemiz olacaktı, içinde de çocuklar için salıncaklar. Çocuklarımız olacaktı. Bunun altından kalkmamızın pek mümkün olmayacağını bilmemize rağmen, konuşacak bir şeydi bu. Pazar günlerinin bir oyunu. Böylesi bir özgürlüğün şimdi sözü bile edilemez.
“Başka şeyler gibi, şimdi düşünce de karneye bağlanmalı.”