Bir insan bir aileyi; bir aile bir toplumu; bir toplum bir şehri; bir şehir bir ülkeyi; bir ülke bir kıtayı; bir kıta da dünyayı değiştirir.
Tüm bunlar kişinin kendisi değildir. İnsanlar içine doğduğu coğrafya ve aile nedeniyle bir dine, ırka, sınıfa, sosyal sınıfa ve politik görüşe ait olurlar. Tüm bunlar birer roldür. Belli bir dine, ırka, sınıfa ve görüşe sahip insan rolleri. O roller biz değiliz. Siz Müslüman değilsiniz. Doğduğunuz toplum buna inandığı için inanıyorsunuz. Onu seçmediniz. İslam felsefesine yakın hissettiğiniz düşünce, duygu ve anılara sahipsiniz. Siz Hristiyan değilsiniz. Aileniz Hristiyan olduğu için bunu benimsediniz. Hristiyan felsefesine yakın his.setmenizi sağlayacak düşünce, duygu ve anılar barındırıyorsunuz zihninizde. Siz Türk değilsiniz. O sizin dünyanın hangi bölgesinde doğduğunuzla ilgili verilmiş bir sıfat, bir kelime. Türkiye yerine Yunanistan'da ya da Nepal'de de doğmuş olabilirdiniz. Başka bir dine, başka inançlara sahip olacaktınız. O zaman siz siz olmayacak mıydınız? Siz Kürt değilsiniz. Belli bir ülkenin belli bir coğrafyasında doğmuş birisiniz. Ve o coğrafyada doğanlara verilen bir isim siz olamazsınız. Siz tüm bu sıfatların ötesindesiniz.
Reklam
_Nevroz, anormalliktir. _Nevrotik, anormal davranışlı, kültüründen sapmış, ruhsal bozukluğu olan kişidir. Nevrotikler, kültürün üvey evlatlarıdır. _Nevrotik bir insan, kendini, kendi yoluna dikilen bir engel olarak görmektedir. _Nevroz, kişinin normal gelişimini engeller ve baş edemediği çatışmaların içine düşürür. _Anormal davranan herkes
Korkular ve Topyekün Korku&Korkunun Sonu
Çoğumuz toplumda bir mevki sahibi olma tatminini arzularız çünkü önemli biri olamamaktan korkarız. Toplumun öyle bir yapısı var ki saygıdeğer bir mevkiye sahip bir vatandaş büyük nezaket görüyor, mevkisi olmayan birisi ise hor görülüyor. Dünyada herkes bir mevki istiyor ve ister toplumda, ister aile içinde, ister Tanrı katında olsun, bu mevkinin
Mutluluğa dair incelememiz sayesinde şimdiye kadar öğrendiklerimiz, herkesçe bilinenlerin pek de ötesine geçemedi. Konuyu, insanın mutluluğa erişmesinin neden bu denli zor olduğu sorusuna getirsek bile yeni bir şeyler öğrenmemiz mümkün görünmüyor. Bu sorunun yanıtını ıstırabımızın üç kaynağını açıklayarak vermiştik: doğanın üstünlüğü, kendi bedenlerimizin güçsüzlüğü ve insanların aile, devlet ve toplum içindeki karşılıklı ilişkilerini düzenleyen kuralların yetersizliği. Bu kaynaklardan ilk ikisi söz konusuyken hiçbir tereddüt yaşamayız. Mecburen onları kabul eder ve değiştiremeyeceklerimize boyun eğeriz. Doğa üzerinde asla mutlak hâkimiyet kuramayacağız; doğanın parçası olan bedenimiz daima fani, uyum sağlama ve başarı kabiliyetimizse sınırlı kalacaktır. Bu kabul, hareket kabiliyetimizi bütünüyle sınırlamadığı gibi tam aksine yönümüzü tayin eder. Istıraptan tümüyle kurtulamasak da birazından kurtulup birazını hafifletmemiz mümkündür: Binlerce yıllık deneyimlerimiz sayesinde bu kadarından emin olabiliriz. Fakat üçüncü kaynak yani sosyal istırap söz konusuyken tutumumuz değişir. Bizzat kendi elimizle yarattığımız kurallarımızın neden şimdikinin tam aksine, her birimizi koruyup gözetmediğini asla anlayamaz ve kabullenemeyiz. Hâl böyleyken ıstırabın bu yönünü engellemek konusunda ne denli başarısız olduğumuzu göz önüne alarak bir kez daha, değiştirilmesi imkânsız olgularla yüzleştiğimizi fark ederiz - üstelik bu kez karşımızdaki, kendi manevi karakterimizin bir parçasıdır.
“Aile,” diyor Morgan, “etkin unsurdur; asla durağan değildir, toplum alt bir koşuldan daha yüksek bir konuma ilerledikçe o da alt bir biçimden daha yüksek bir biçime doğru ilerler. Buna karşılık, akrabalık sistemleri edilgindir; yalnızca uzun zaman aralıklarında ailenin zamanın akışı içinde yaptığı ilerlemeyi kaydeder ve ancak aile kökten değiştikten sonra kökten değişir.”
Reklam
28 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.