Jack London'ın Martin Eden'e söylettiği şu sözleri sanki kendim söylemişim gibi hissederim her okuyuşta:"Ben yine de kendi hazlarımı insanoğlunun ittifakla verdiği hükümlerden önemsiz görmeyeceğim. Eğer bir şeyi sevmediysem sevmedim demektir, o kadar. Şu güneşin altındaki hiçbir sebep sadece türdeşlerim çoğunluk olarak onu beğeniyor veya beğenilmesi gerektiğine inanıyor diye o beğeniyi benim de taklit etmemi gerektirmez. Hoşlandığım ya da hoşlanmadığım şeylerde modayı takip edecek değilim."
İşte genel olarak Halil Cibran okurken hissettiklerim bunlar. Kendi içinde, kendi benliğinde çok anlamlı olduğundan emin olduğum bazı düşüncelerinin paylaşıldığında o kadar da kuvvetli anlamlar içerdiğini düşünmüyorum, en azından benim için. Ki kendisi de Meczup'ta sürekli kendine ait, kendisinin olanı kendi benliğinin varyasyonlarıyla bile paylaşmamayı uygun gördüğüne dair göndermeler yapıyor, ben de buradan yola çıkarak okuduklarımın benim için keçiboynuzu yemek gibi olduğunu söyleyebilirim. Yerken uğraşıyorum, hoşuma gidiyor ama bir damla bal için bir çeki odun kemiriyorum. Halil Cibran okurken de öyle, şiirsel öykü üslubu insanı içine çekiyor, biraz da güzel öğütler buluyorum, ama kalanı benim için bir çeki odun. Ben bunu da kendi anlayışsızlığıma veriyorum. Ama Martin Eden'in dediği gibi, herkes beğeniyor diye çok beğenmişim rolü yapamıyorum :)