Dilde bozulma ve jakoben devrimin edebi sanata tesiri.
Edebiyat tarihimizin, en saltanatlı devirlerinin, en ihtişamlı eserleri, esefle kaydedelim ki bugün artık yeni neslin hafızalarını süsleyemiyor. O, devirden devre intikal eden ve edebî sanatlarla müzeyyen edebiyat şaheserlerinin bugünkü dile çevrilmesi mümkün değildir. Çünkü anlamların ayrıca açıklanması, devrinin kültürünü ve tarihini bilmeğe bağlıdır. Bugün artık, o eski kültüre okul programları ve günün anlayışı başlıcaengeldir. Hiçbir millette görülmeyen bu tereddüdü, millî tarih ve kültürümüzün mersiyesini hazırlamaktadır. [Mahir İZ]
Nurettin TOPÇU'ya göre Akif merhum
Âkif, dünyasına ait nesi varsa nağme halinde hepsinden boşaldı. Mekânın her noktasında durdu. Şark’da, Garp’da dolaştı. Yaralarının hepsini neşterledi. İslâm diyarının her karış toprağına ümid tohumlan serpmek istedi. İnsan denen hilkat hârikasını, İlâhi varlığın sınırlarında ona en yakın yere yerleştirdi. Sonunda hüsrânınbüsbütün boğulmadığını görünce, «Şu sessiz kubbenin altında insandan eser yokmuş!» diye haykırmaktan kendini alamadı.
Reklam
Akif'teki ümitvar vefa
Karesi mebusu olan Hasan Basri Bey, san’atkârın vecdinin yakından şâhidi olmuştu. Bu esnada şâirin ruh dünyasındaki fütuhatı, Anadolu'nun mübarek toprağının dokuz yüz yıl önceki ilk fetihleri gibi şa’şaalı, Yunusun cezbeleri gibi derindi. O derinlikleri bugün biz ölçemeyiz. Sanki bir güneşten kopup da gelmişçesine Ankara’ya sığmayan adam oradan, «Bülbül» deki hıçkırıklarla kararmış semalara haykırdığı gibi, Allah'ın en ulvî ihsanı olan hiç sönmeyecek ümitle de Maltada esir olan vatanın kara gün dostu Süleyman Nazif i selâmlıyordu
Hakiki manada Akif'i tanıyor muyuz?
Âkifin daha eski dostları arasında bile onu hiç anlamayan, onun kutsal davasını yer yer küçümseyenler olmuştu. Hasan Basri Çantay gibi bir dost, şüphesiz ki talihinin güzel cilvelerindendi. Zaman, dostların değerini ve gerçek çehresini meydana çıkarıyor. Devrimizin anlayışından artık uzaklaşan bu büyük Müslümanlar, şimdi barındıkları hakikat dünyasında elbette birbirlerini tekrar bulmuşlar ve ebedî sohbetlerine dalmışlardır. Bu sohbetten şimdilik nasipsiz olarak toprağın üstünde sürünen bizler. Akitleri güneşe bakabildiğimiz, güneşteki cevheri görebildiğimiz kadar anlıyoruz. Biz zavallı nasipsizler onu, nihayet büyük bir şair ve san’atkâr olarak tanıyoruz...
Ey sin koynunda yatan gölge bizim Akif'imizdi...
Dinî san’at denen zirve edebiyatının kapısı yirminci asırda Akif'in eliyle açıldı. Bu kapıdan girmek kolay değil; çünkü pek yüksek. Ona tırmanmak için büyük ruh kuvveti lâzım. Onu ancak alçaklardan selâmlıyoruz. Akif'in kabri, ziyaretçilerin durduğu yerden çok yükseklerde yapılmalıydı. Akif'i konuda, kafiyede, tasavvurların dar çemberi içinde tanımaya çalışmak beyhudedir.
Akif'i anlayabilmek için:
Bu toprak daha çok Akif'ler yetiştirecek mi? Bu soruyu, mümince dua ve ümitlerle karşılamak kolaydır. Ancak nâzımın, şâirin, idealcinin, hatta vatanperverin üstünde, ta uzaklarda, sanki Levh-ı mahfuzda yazılı bir insan vasfı var. Bir insan vasfı ki onu insan isimlendiremiyor. Fazilet diyorsunuz, yetmiyor; Hamiyet küçük kalıyor; Aşk, önünde yanıp kül oluyor. Cezbe nedir bilirseniz eğer, «Allah!» deyip kalıyorsunuz. Kelime ile cevaplanmayan bu İlâhî bilmeceyi, ancak yine kelimesiz ibadetteki vecd cevaplandırıyor. Eğer bulmak hususunda iktidarınıza inanıyorsanız, işte Akif'te onu arayınız. «Akifnâme» de bu sırrın çözümünü bulabilirseniz, Akif'i anladınız demektir.
Reklam
323 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.