Ali Nihad Tarlan
Bezm-i nûsâ nûş imiş âlem bulunduk bir zaman Galiba bir şeyler içdik bade-i firkat gibi (Bu dünya sürekli içilen bir meclis gibiymis. Biz de bir zaman orada bulunduk . Galiba bu mecliste adına ayrılık içkisi denilen bir şeyler içtik.)
Edebiyat Üzerine:Edebiyat ve İlim ilimcephesi.com/edebiyat-uzerin... Ali Nihad Tarlan Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi (C. XIII, İstanbul, 1965, s. 7-11.)
Reklam
Biz bir bakışla toprağı kimya yaparız, diyen mutasavvıf şâir Şah Kaasım-ı Envâr'dır. Şeyh Galip de tarikat ehli olan babası Mustafa Reşid Efendi'yi aynı güçte bir yol gösterici olarak görür. Mustafa nâm reşid ü mürşid ü üstâd-ı kül Her nigâh-ı himmeti iksir-i a'zamdır bize Şeyhi de: Kimyâdır ki, kalbi halis eder Cevher-i Lâilâhe illallâh
Kandîl-i dil ki şu'le-i meyden ferâğı var Yâkutdur ki cisın-i terinden çerâğı var Şeyh Galib Yanıp tutuşması için aşk ve şarap alevi gibi harici şeylere muhtaç olmayan gönül kandili, bir yakuttur ki, meşalesi ince ve hassas bünyesindedir. Şairin söylemek istediği nedir? Bu on kelimeden meydana gelen beyitten açık bir şey anlaşılmıyor. Divan
Hayattan iki büyük konu çıkar: Ölüm ve aşk. Ölümden kaçmak, aşka koşmak. Her şeyde bu böyledir. Aslında bu konuyu iki saymak da hatadır, aşka koşmak neslin devamından kaçmaktır. Ağaçları, çiçekleri evlendiren rüzgârlar, belirli mevsimlerde büyük ormanların içinden evlerimizin damlarına kadar her tarafta kulaklarımıza çarpan feryatlar ve nihayet hayatımızı dolduran küçük olaylardan, gazetelere yansıyan büyük, küçük aşk ve cinayet olaylarına kadar her olay bu büyük tutkunun ne kadar baskın olduğunu bize anlatır. Güya yaradılış, yeryüzünün kulağından tutmuş bütün yaratılmışları bu büyük gayesine zorla sürüklüyor. Fakat yanlış anlamayalım. Zorla değil. Bu zorlama; bizi daima harekete geçiren zevktir. Ali Nihad Tarlan Elâzığ Üçüncü Üniversite Haftası (İstanbul 1943, s. 246-254.)
Her şey konuyor, dili var. Çünkü yaşıyor. Biz olan her şey yaşıyor. duymuyoruz diye bunları nasıl inkâr ederiz? Ayağımızın altında ezilen bir ottan, bir toprak zerresine kadar her şey konuşuyor. Çünkü hayat nizamı içindedir. Başka türlü yaşanmaz. Sırrına eremediğimiz ve eremiyeceğimiz bir âlemin içindeyiz ki sade hayat!... Ölümün, yokluğun nam ve nişanı yok. Çünkü var olan her şey yaşiyor. Müsaade ederseniz ben de yaşıyorum. Ali Nihad Tarlan
Reklam
Pırıl pırıl bir cilâ görürüm, altı tahta... Yemyeşil bir çemenzar... Altında kara toprak... İpekler gibi bir ten, melekler gibi bir yüz... Artık... ne ben söyleyeyim, ne de sen işit dostum! Yakut damlası güneş... İçi alev, cehennem... Her neye baksam böyle... Düşündüm bu tahtanın, toprağın, iskeletin, alevin, cehennemin daha içi olacak... Her görünen şey yanar, erir, buhar olur ya! Ben hayal ateşinde göze, hisse takılan her şeyi yavaş yavaş eritmeğe başladım. İçe doğru yürüdüm... Bir uykudan uyanır gibi oluyor insan! Sadi söyle demişti: Güzel bir insan? Elbet onu babam da sever. Marifet eğri büğrü bir deveyi bahtiyardır. sevmektir. Şimdi anlıyorum ki o deveyi sevmekte büyük marifet değil! Asıl sevilecek şey... Evet ne bileyim ben? Asıl sevilecek şey!... Gözleri kör olmadan onu görebilenler, uçuruma düşmeden ona erebilenler, alev alev yanmadan onu sevebilenler, ne kadar Ali Nihad Tarlan
Güneş manzumelerinden gene bir güneş manzumesi olan atom zerrelerine kadar her şey büyük yaradılış orkestrasında yerini almıştı. Şef, önünde bestekârın kendine verdiği nota; her melodiyi içinde duyarak orkestrayı idare ediyordu. Bu orkestra şefleri bestekârın büyük itimadına mazhar olmuş seçkin insanlardır. Çûnki onları bizzat kendisi yetiştirmiştir. Bu şeflerin maddi ömürleri kısa ama manevi hayadan ebediyete doğru asırları devirip aşar. Orkestranın bir köşesinde de insanlar var. Güneş manzumelerinden atom zerrelerine kadar her varlık, en ufak bir falso yapmıyor. Falso sesler, sadece insandan geliyor. Halbuki onun işgal ettiği yer çok şerefli ve mutena bir yer... Ama ebediyete namzet şef bilir. bunu biliyordu. Çünki bestekâr; insanı bu şerefli yere oturtmak isteyince meleklerin itirazına uğradığını ve bu insan bir fesad unsurudur, onu yaratma, hatta orkestraya sokma, dediklerini; kendinin de, ben sizin bilmediklerinizi bitirim, cevabını verdiğini şefe bildirmiş, şef de bunu insanlara tebliğ etmişti. Demek notada bu falso seslerin de bir yeri vardı. Bu ahenksizlikten demek ahenk doğuyordu. Musiki ve ahenk kanununu vücuda getiren büyük bestekâr, elbette bizim bilmediklerimizi çok iyi bilir. Ali Nihad Tarlan
Durgun bir havuzun içinden göklere bembeyaz, tertemiz bir sütun yükseliyordu. Dalga dalga köpüren ve çocuk sevinci ile kaynaşan bu sütunu nasıl bir tazyikin göklere fırlattığını düşündüm. Durgun, duygusuz, yosunlu bir su içinden yükse len bir bembeyaz abide! Ne bedbahttır o insanlar ki büyük aşkı, büyük ıztırabı duymamışlar ve böyle bembeyaz, tertemiz, pırıl pırıl, mavi göklere doğru yükselip sonsuz ufukların temiz sefasını sûrememişlerdir. Ali Nihad Tarlan
Yürüyor muyum? bilmem; görüyor muyum? bil mem; yaşıyor muyum?... müphem! Yürümek bu mu dersin; görmek böyle mi dersin; yaşamak bu mu? Bilmem... Ben kimin, neyim? Bilmem; var mıyım ben, yok muyum; Yoksa bir var, bir yok mu? Bu bir masal azizim, inanamam buna ben, inanamam arkadaş! Ali Nihad Tarlan
Reklam
Lokomotif koşuyor; arkasında halka halka dumanlar bırakarak soluk soluğa koşuyor... Onu bir demir yığını olmaktan kurtaran bu teneffüsü değil midir? Bazan dumanlar kesif oluyor, havada epey kalıyor, bazan rüzgâr onları derhal yok ediveriyor. Bana öyle geliyor ki o halka halka dumanlar geçtiği yollarda dikip kalan mütehassir bakışlardır. Gözü arkada kalmıştır. Soluklar gittikçe uzamıya başladı, lokomotif ya vaşladı, yavaşladı, sesi kısıldı, derin bir ah... boğuldu ve durdu. Sen yine ateşler püskürerek demirler üzerinde koşacaksın, havada izlerini bıraktıgın ihtizazları tek rar kucaklayacaksın! Ve bütün bunlar için alelade bir çan, bir tamam ve bir boru kâfi! İsrafilin borusunu beklemege luzum yok..üzülme! Ali Nihad Tarlan
Büyük hayat kanunu; yırtıcı pençelerin, mazlum feryatların, ipek vicdanların arasından; nefret etme den, içi sızlamadan, hayran kalmadan mecrasında rahat rahat akan bir ırmağın sükûn ve huzuruyla geçip gidiyor. Renk içinde cereyan eden bu renksizlik nereye gidiyor, nereye? Ali Nihad Tarlan
Yaradılış bir cümle; Fiil meful yerinde Failine gelince, tahünda müstetir Hû.. Aşkolsun okuyana Ali Nihad Tarlan
Güzeli herkes; görür sever bütün insanlar; Lâkin çirkini herkez güzel göremez; O bir, , Muammadır ki onu düşünmeyen anlamaz Düşünmek lâzım biraz. Anlayınca da çirkin öyle güzel olur ki Güzel güzel değil mi? Asıl güzel, şekilde olan güzel değildir; Güzellikler ma'nada, yani içde belirir. Ali Nihad Tarlan
Ekseriyetle edebiyatçıların cümleleri gönle hitâbeder, insanı büyüler, sonunda, içindeki fikirleri izahta acze düşürür. Ama edebiyatçı vardır ki, hem insanı teshir eder, hem de fikrini tam bir vuzuh içinde zihinlere yerleştirir. İşte, hocamız Ali Nihad(Tarlan) Bey, bu ikinci târife uygun bir şahsiyetti. Fikirleri basite ircâ etmek, sonra da
24 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.