Bir düşüncenin ortaya çıkabilmesi için her şeyden önce insanın çalışıp çabalaması, emek vermesi, bizzat bir uygulama içinde olması gerektiğini nasıl anlamazlar! Vermeden hiçbir şey alınamaz. Önce çalışacağız, sonra kendi düşüncemiz olacak. Fakat biz hiçbir zaman çalışmadığımız için bugüne dek bizim yerimize çalışanlar, yani işte bildiğiniz Avrupa, Almanlar, yani iki yüz yıldır bizim öğretmenimiz olanlar bizim yerimize düşünce sahibi oldular.
Az ama öz bir kitap. 2. kez bitirmem 2 haftamı aldı.
"Gören gözler için yalnızca acı vardır."
Bu kitap maksimumun tanımı üzerine yazılmıştır.
İşe maksimum tanımıyla başlıyoruz. Sonsuzluk, belirsiz olduğundan dolayı zirve değer olarak alınamaz. Yani sonsuz hız diye bir şey yoktur. Eee maksimum sonsuz olamıyorsa bir değeri var demektir.
Bilimde yaşanan her gelişme menşeini bir öncekinden alır. Yani ortaya atılan hiçbir icat, kendisinden önce yaşanan gelişmeler ve sorulan sorulardan soyutlanarak değerlendirmeye alınamaz.
Tıpkı ampulü icat ettiğini düşündüğümüz thomas alva edison gibi.
İnsanlık tarihinin bilinen ilk işlevsel ampulü 1802 yılında, Humphrey Davy tarafından icat edilir. Davy, kendisinden önce yaşayan Alessandro Volta'nın pillerini kullanarak, kömürden elektrotlar yoluyla ilk akkor lambayı yakmayı başarabilmiştir. 1850'lere gelindiğinde ise Joseph Swan isminde bir kaşif karbonize kâğıt filamanları kullanarak kendisinden önce üzerinde defalarca çalışılmış olan ampullerin yanma ömrünü dikkate değer bir şekilde uzatabilmiştir ancak işlevsel olarak evlerde kullanılabilmesi için bu süre yeterli değildir.
1879 yılına gelindiğinde ise edison tarafından geliştirilen ampuller neredeyse 1200 saate yakın bir süre enerji verebildikleri için elektriğin endüstriyel anlanda yaygınlaşmasına sebep olmuştur. edison ampulü değil, en iyi filamanın karbonize bambu filamanı olduğunu keşfederek en kullanışlı ampulü keşfetmiştir.
"Anlar vardır seni yalnız bırakır. Hisler vardır adı konulmaz. Hatalar vardır geri alınamaz. Kanat çırpan kelebekler vardır, kopacağı fırtınayı durduramaz."
Onunla aşkımız, o diyorum ona,
Bir kez söylenmiş ve istense de
Bir daha geri alınamaz
Kırıcı sözler gibiydi
Tartışıp dururduk yollarda
Hızla çevirirdi başını
Çiçek aşısı gibi bakardı
Seğirtir karşı kaldırıma…
Bir olayın ya da görüngünün (tekil olarak) nedeninden bahsettiğimizde eninde sonunda şunu biliyoruz ki, nedensellik her zaman sınırsızca çoğulluk arz eden bir meseledir ve biz söz konusu çoğulluktan ayrılıp öne çıkan bir özelliği -yani epistemik olarak izlenebilir ve kontrol edilebilir bir özelliği- seçip çıkartır, sonuçta da neden olarak onu kullanırız. Bunlar “iyi ve açık birer nedensellik vakasıdırlar." Neredeyse tanımlanamaz ve hiçbir biçimde kontrol altına alınamaz olan eşit derecede iyi diğer nedensellik vakalarınıysa unutup bir kenara bırakmaya eğilimliyizdir.
Kendisini ortadan silercesine özveride bulunan insana, neden diğer insanlar kendisinden daha değerliymişçesine davrandığı sorulduğunda doyurucu bir yanıt alınamaz. Çünkü kendisine hiç bu açıdan bakmamış ve böylesi bir tutumun kendisine değer vermeme anlamına da gelebileceğini düşünmemiştir. Ayrıca, bir insanın kendisine değer vermesinin aslında kendine karşı bir sorumluluğu olduğunun ve bu sorumluluğu üstlenmemek için yakınındaki kişileri kullandığının farkında da değildir.
“İnsanlar hata yapar. Bazen büyük, bazen küçük. Boyutu hiç ama hiç fark etmez. İnsanlar bazen gerçekten hata yapar. Sonra bu hatadan geri dönmek, sihirli bir değnekle zamanı geri almak isterler. Ama çok geçtir. Sihirli değnekler yoktur, zaman geri alınamaz ve insan öylece kalıverir.”