Babam otuz altı yaşında öldü: sevecen, sevinli ve maraziydi, yalnızca geçip gitmeye yazgılı bir varlık gibi, yaşamın kendisi olmaktan ziyade, şefkatli bir anısı. Onunla yaşanının yokuş aşağı gittiği yıl, benimki de yokuş aşağı gitti; otuz altı yaşımda canlılığımın en büyük noktasına indim.
158 syf.
9/10 puan verdi
Victor Hugo'nun 19. yüzyıl Fransa'da yazdığı “Bir İdam Mahkûmunun Son Günü”adlı romanı, idam cezasına mahkûm edilmiş bir insanın ölüm düşüncesini ve hayatını anlatır. Kitap, sosyolojik ve psikolojik açıdan eleştiri yaparak, insanın ölümle yüzleşme sürecini işler. Romanın ana karakteri, adı belirtilmeyen bir mahkûmdur. Cinayet suçundan yargılanır ve duruşmasının ardından ölüm cezasına çarptırılır. İlk başta hala affedileceği ümidine sahiptir ve bu süre zarfında af çıkarılması veya ölüm cezasının hapse çevrilmesi ihtimaliyle dikkatini dağıtmaya çalışır. Ancak zamanla umutları yok olur ve ölüm düşüncesi onun ruhunu daraltır. Altı hafta boyunca ölümü beklerken, ailesini düşünür, geçmişini hatırlar ve içinde bulunduğu koğuşun zorlu şartlarından kurtulmanın hayalini kurar. İnfaz günü yaklaşırken, içinde karmaşık duygularla dolu bir bekleyiş yaşar. Ve sonunda o korktuğu gün gelir… “Bir İdam Mahkûmunun Son Günü,”dünya klasikleri arasında yer alır ve insanın ölümle yüzleşme sürecini derinlemesine işleyen etkileyici bir eserdir. Gerçekten okurken tüylerim diken diken oldu diyebilirim. Okumanızı tavsiye ediyorum.
Bir İdam Mahkumunun Son Günü
Bir İdam Mahkumunun Son GünüVictor Hugo · Olimpos Yayınları · 2019121.3k okunma
Reklam
İşsizin yirmi dört saati, sabah, öğle, ikindi, akşam, gece, gece yarısı diye birinden ötekine hissedilmeden geçilen altı parçaya bölünmez. İşsizin yirmi dört saati birbirinden bıçakla ayrılmış üç ayrı dünyadır. Sabah: evden çıkarken, hava yağmurlu, kapalı, karlı da olsa işsiz için aydınlık bir dünya vardır... Akşam: evin kapısından girerken dışarda güneş, renkler, ışıklar, şarkılar içinde rahat ve bahtiyar batsa da, işsizin bu ikinci dünyası karanlıktır, rüzgarlıdır, yağmurludur. Ve gece: işsizin bu üçüncü dünyası, içinde tek söz konuşulmayan bir dilsizler memleketidir.
Son elli yılda insanoğlunun tüketimi altı kat arttı! Bazı hayvan ve bitkilerin nesli tükendi, tarım alanları azaldı, ormanlar yok oldu, su kalmadı. Daha fazla fosil yakıt, mineral ve maden çıkarıldı mecburen ve n'oldu? Deniz bitti! Dünyayı kirletmekle, ısıtmakla, doğasının dengesini bozmakla kalmadık, gezegenin doğal kaynaklarını tükettik!
Sayfa 53
#Gazede soykırım var
Yerin altı üstünden daha izzetli hale geldi.
Şu anda ülkede tam bir AVM patlaması yaşanıyor. Buluşmalar, sosyalleşmeler, hafta sonu aile gezmeleri, her tür eğlence hep alışveriş ve merkezleri etrafında dolanıyor. İndirim dükkânlarının kapısındaki kuyruk ve izdihamlar da cabası. Geçen gün haberlerde, yastıkların birer liraya satıldığı bir indirim dükkânında birbirini ezen kalabalığın arasından bir ev kadını, bağırarak kameralara anlatıyor: "Ben altı tane kapabildim, iki oğlum var, onlar da ikişer tane aldı, keşke on tane daha taşıyabilseydik!" Muhtemelen 4 kişi olan bu ailenin 20 adet yastıkla ne yapacağı ise meçhul! Türkler artık mümkün olduğu kadar çok malı, mümkün olduğu kadar çabuk alıp evlerine götürmek için yaşıyorlar!
Sayfa 42
Reklam
"Adamın biri gidip, son zamanlarda gözlerinin dışarı fırladığını ve kulaklarının da devamlı uğuldadığını söyleyerek doktordan yardım istemiş. Doktor adamı muayene ettikten sonra ciddi bir eda ile başını sallayıp, bademciklerinin alınması gerektiğini söylemiş. Adam bademciklerini aldırmış fakat bunun bir faydası olmayınca başka bir doktora gitmiş. Bu doktor ise adama bütün dişlerini çektirmesini söylemiş. Adam bütün dişlerini çektirmiş ama ne gözlerinin patlaklığı geçmiş ne de kulaklarının uğultusu dinmiş. Bunun üzerine adam üçüncü bir doktora görünmeye karar vermiş. Bu doktor altı aylık ömrü kaldığını söyleyince adam çok üzülmüş. 'Mademki yakında öleceğim, bari o vakte kadar krallar gibi yaşamalıyım,' demiş. Gıcır gıcır son model bir araba almış, üniformalı bir şoför tutmuş, şehrin en iyi otelindeki bir daireye yerleşmiş, en lüks terziye yirmi takım elbise diktirmiş. Hatta gömleklerini bile bir gömlekçiye sipariş etmiş. Gömlekçi, 'Kol 16, yaka 34' diye ölçülerini alırken adam, 'Yaka 33' diye düzeltmiş. Gömlekçi tekrar ölçüp '34' diye ısrar edince adam: 'Ama ben hep 33 yaka giyerim,' demiş. Bunun üzerine gömlekçi omuz silkip: 'Siz bilirsiniz, ama ben sizi uyarıyorum 33 yaka giymekte devam ederseniz, gözleriniz patlar, kulaklarınız da uğuldar,' demiş"
Sayfa 63
Çaydanlığın kapağındaki plastik eridi. , üstünü krom sahanla kapatıyorum. Tek demlik de içiyorum çayı . çay içtiğimin kupa bardağımın kulpu aldığım günden beri kırık. Üstünde bir kahve makinesinin ismi yazılı. Haftada bir yıkıyorum çay lekelerinden sararmış içini. Dışına dokunmuyorum. Dışı beni yansıtıyor, içi ağzımı yakıyor. Halımı gırgırlıyorum
Altı kilometrekarelik bir alanda yüz binlerce, hatta belki milyonlarca kuş yaşıyor olmalı; hiçbirinin tek kuruş kira ödemediğini düşünmek çok hoş.
Çoğu zaman düşünülmeyen şey şu: İnsan, sevgi görmüş ya da görmemiş olabilir ama önemli nokta, sevgi gördüğü ya da görmediği yolunda beslediği düşüncedir.
Sayfa 27 - Metis YayınlarıKitabı okuyor
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.