Her gün biri çıkar, başlar, benim ben demeye,
Altınları, gümüşleriyle övünmeye.
Tam işleri dilediği düzene girer,
Ecel çıkıverir pusudan: Benim ben, diye.
1920'lerin başında Almanya da genel seçim kamuoyunun egilimlerini yansitan hükümet koalisyonlarinin kurulmasina yariyordu; 1930'larin başında ağır bir sosyal kriz ve ırkçı propaganda atmosferi altinda yapilan ayni genel seçimler demokrasinin sonunu getirdi; Alman halk kendini yeniden rahatça ifade edebildiginde ölü sayisi çoktan onlarca milyonu bulmustu. Çoğunluk yasasi her zaman demokrasiyle, özgürlükle ve eşitlikle eşanlamlı olmuyor; kimi zaman zorbalikla,
kölelestirmeyle ve ayrimcilikla eş anlamlı oluyor.
Bir azınlık baskı görüyorsa, oy hakki onu ille de özgür kilamiyor, hatta daha da eziyor. iktidarin bir çogunluk grubuna birakilarak azınlıkların çektiklerinin azaltıldığını savunmak için çok saf -ya da tersine çok pervasiz- olmak gerek.
Gerginlikleri yumusatmak umuduyla ve insanlari adim adim "ulusal bir cemaat" e ait olduklari duygusuna dogru itme planyla bizlere iktidarin geçici olarak
cemaatler arasinda paylagildigi söyleniyor. Ama sistemin mantığı bambaska bir yöne dogru kayıyor: "pasta" nin paylaşılması söz konusu oldugunda, her cemaatte kendi payının çok ince oldugunu, apaçık bir haksızlığın kurban oldugunu ileri sürme egilimi bas gösteriyor ve bu hosnutsuzluklar propagandalarinda sürekli işleyen politikacilar ortaya çıkıyor.
‘Benim yıkanan kadınım sadece bir serap olsa da… Gerçeğin asıl yüzü o Façalı Surat olsa da… Bu serin gece ömrümün son gecesi olsa da… Bu şehirden nefret etmeyeceğim.’