Gitmek, vaktin akışıyla kıyaslanamayacak kadar derin ve mühim bir fiildir. İnsan, ruhunun dalgalandığı o anlarda, bir sefer eder gönlünde. Ayrılık, bazen bir vuslatın habercisi, bazen de bir nihayetin hülâsasıdır. Gitmek, insanın kendisiyle yüzleştiği, belki de en hakiki tefekkür mecrasıdır.
İçindeki yangının ateşine dayanamaz hâle gelmişken, yola revan olur. Yol ki, insana mâzinin hatıralarını ve istikbâlin meçhul ümidini hatırlatır. Gözler ufka dalarken, zamanın ne denli hızlı aktığını fark edersiniz. Her adımda, belki de bir yük daha atarsınız sırtınızdan; lâkin her mesafe, aynı zamanda bir yük ekler omuzlarınıza.
Bu dünya misafirhânesinde, her fâni, bir yerlere gitmenin telaşını yaşar. Yolculuk, bazen bir mekâna, bazen de bir hâle doğru olur. Varlığın manası, gidilen menzilde saklıdır. Bu yolda, bazen sükûn, bazen de hüzün yoldaş olur insana. Lâkin her ne olursa olsun, gitmek, insanın kendi içindeki derinliği keşfetmesine vesile olur.
Anlayış, her adımda biraz daha saflaşır. Ah, gitmek! Hangi zamanın, hangi mekânın, hangi gönlün hikâyesini taşırsın içinde? Bilirim ki, gitmek, bazen bir terk ediş, bazen bir buluşma, bazen de bir yeniden doğuştur.
Ve nihayet, yol biter mi? Her varış, bir başka gidişin başlangıcı değil midir? İnsan, menziline erdiğini zannettiğinde, aslında yeni bir yolun eşiğinde bulur kendini. Zira, hayatın asıl manası, bu bitmeyen yolculuğun ta kendisidir.