Ayrıca çoğu kişi bildiği şeyi nasıl ya da kimden öğrendiğini unutur; hatta bazı kişiler bildikleri şeyi, ister bir olay, ister bir düşünce, bir görüş, bir dedikodu, bir anekdot, bir yalan, bir fıkra, bir kelime oyunu, bir şiar, bir başlık, bir hikâye, bir özdeyiş, bir slogan, bir söylev, bir alıntı ya da bir metnin tamamı olsun, kendilerinin keşfettiğine inanırlar ve onu bizzat yarattıklarından kuşku duymadan ya da çaldıklarını bilerek ama zihinlerinden uzaklaştırıp gizleyerek gururla sahiplenirler. Zamanımızda bu giderek artmaktadır, sanki zamanımız her şeyin kamuya açık olması, artık eser sahipliği olmaması için, bu kadar yavan olmayan bir ifadeyle, her şeyi ağızdan ağıza, kalemden kaleme, ekrandan ekrana dolaşan bir söylentiye, atasözüne, efsaneye dönüştürmek için, her şeyin denetimsiz, sabitlenmemiş, kaynaksız, bütünlüksüz, sahipsiz olması, her şeyin kışkırtılmış, dizginlerinden boşanmış, durdurulmaz olması için sabırsızlanmaktadır.
Sayfa 16 - I AteşKitabı okudu
HERDER, nispeten geç dönemine ait bir eserinin, Hümanizmin Gelişmesi Üstüne Mektuplar'ının (1797) son bölümünde, bir misyoner tarafından başından aşağı su döküldüğünü fark eden, ölmekte olan bir köleye dair çarpıcı bir anekdot aktarır. Köle, bunu neden yaptığını açıklamasını istediğinde misyonerin cevabı şu olur: "Cennete gidebilmen için." Siyah köle buna karşı şöyle cevap verir: "Beyaz insanların bulunduğu bir cennete gitmek istemiyorum." Sonra arkasını döner ve ölür.
Sayfa 119Kitabı okudu
Reklam
Umran Nazifle yaptığı bir konuşmada Sabahattin Ali hikaye anlayışı ile hikâyelerinin yapısı üstüne ufak bazı açıklamalarda bulunur: "Hikâye yazmak hayli güç bir iştir. Güçlüğü nisbetinde nankördür. Şiir insanda yarattığı lirik heyecanın derecesi kadar uzun ömürlü olur, fakat epik eserin hayatı yarattığı insanların hakiki bilgisine, canlılığa
Dünya kurulalı beri hiç kimse kulluğunu askıya alıp "var” olamamıştır, olamaz. Eğer bir kazanç, bir mükâfat bekliyorsak, bu mükâfata anlayarak, anlaşılarak değil, dinleyerek, işiterek, itaat ederek erişebiliriz. Bu hususta, yani anlamak, anlaşılmak hususunda dillerde dolaşan ünlü modern anekdot Hegel'in “Beni bir Karl Ludwig Michelet anladı, o da yanlış anladı!” dediği söylentisidir. Yaptığı işin mahiyeti hakkında Hegel başka bir şey daha demiştir: “Önceleri neler yazdığımı bir ben, bir de Tanrı bilirdi. Artık ben de ne yazdığımı bilmez oldum.” Demek ki Hegel okumaktan edinilecek istifade onun uyum göstermek istediği ahenge tâbi oluşla mümkündür.
Bir şairin baskıcı bir toplumda düzyazı yazarına kıyasla bir nebze daha rahat hissetmesi için bir dizi birbiriyle örtüşen neden var. Öncelikle, bürokratlar ve diğer "pratik fikirli" adamlar genellikle ne söylediğiyle fazla ilgilenmeyecek ölçüde küçümserler şairi. İkincisi, şairin söyledikleri -yani düzyazıya aktarıldığı zamanki "anlam"ı şairin kendisi için bile nispeten önemsizdir. Bir şiirin içerdiği anlam her zaman basittir ve anekdot nasıl bir resmin birincil amacı değilse, anlam da şiirin birincil amacı değildir.
Sayfa 42 - Can YayınlarıKitabı okudu
Aşırı beslenen çocuklar buluğ çağına erken giriyor. Akıllarının gelişmesi gecikiyor. Rehberlik de yapılmayınca davranış bozuklukları ortaya çıkıyor. Bazen meşguliyet ilaç olabiliyor. Atalarımız "Meşguliyet nimettir!" buyurdular. Anekdot: Bir baba, 15-16 yaşlarındaki oğlunun tembelliğini, derbederliğini, uyuşukluğunu gidermek, onu düzeltmek ve toparlamak için sınıfında çok beğeni toplayan bir kız adına çocuğuna mektuplar yazıyor.
Sayfa 77 - BkyKitabı okudu
Reklam
Geri164
650 öğeden 641 ile 650 arasındakiler gösteriliyor.