Bir Ekim sıcağında sefere nâmzet olduk Kasıma göz kırparken Kenan diyarı bulduk Mescitte edâ edip sabahı öyle çıktık Tayyârede güneşe bir günaydın bıraktık Sıra sıra yürürken Mustafa bey ardından Tebessümler aldık Ebu Yunus kırâtından Gölgesi gölgemize karışan bir diyâra Fâtihalar ikrâm ettik birçok bahtiyara Hasretin meyveleri portakal ve
Mahremiyet
benden bir öykü ... MAHREMİYET "Bunca sıkıntımız yokmuş gibi bir de terör örgütü üyesi bir avukatla uğraşıyoruz amına koyim!'' diye söylendi. Şimdi Baroların tepkisiydi, medyanın olaya gereksiz ilgisiydi, AİHM kararlarının bir kere daha gündeme gelmesiydi, töbe bunların hiçbirini çekebilecek kıvamda değildi. Tüm bu zırvalıkları
Reklam
niye bu kadar seviyorum seni Birhannn
TAŞ PARÇALARI / BİRHAN KESKİN III madem arkandan ağlamamı bile çok gördün bana al bu taşlar senin olsun…o halde ve bundan böyle
VE BEN HERŞEYİMİ RABBİME BIRAKTIM
İbrahim Ethem Hazretleri birini çok üzgün görür, ona üç soru sorar: -‘’Dünyadaki bütün hadiseler takdir-i ilahi olmadan meydana gelebilir mi?’’ -‘’ HAYIR! ‘’ -‘’Sana ayrılan rızkı başkası yiyebilir mi?’’ -‘’ HAYIR! ‘’ -‘’Sana verilen ömürden kısalma olabilir mi?’’ -‘’ HAYIR! ‘’ ‘’O halde niçin üzülüyorsun?’’ Öyle dertler, acılar vardır ki tesellisi yalnızca Allah'a bırakıp Rabbimize tevekkül etmektedir. Hayat imtihanında tevekkülümüz tam olmadığından acımız, derdimiz, ızdırabımız bitmiyor. Oysaki Allah'a tevekkül edenin dünyasında, aleminde ızdırap, acı, keder ya yoktur veya çok azdır. Hem Allah'tan geldiği bilinirse elem de tatlı olmaz mı? Büyük bir alime sormuşlar neden bu kadar sakinsiniz..? Dedi: uzun zaman okumam ve tecrübelerimin neticesinde yaşamımı beş esas üstüne kurdum - Benim rızkımı kimsenin yiyemeyeceğini anladım ve sakinleştim. - Allah'ın beni daima gördüğünü anladım ve hâya ettim. - Benim işimi kimsenin yapmayacağını anladım ve çalışmaya koyuldum. - Anladım ki işimin sonu ölümdür ve ona hazır oldum. - Anladım ki iyilik ve kötülük her ikisi de kalıcıdır, dolayısıyla iyiliklerimi çoğalttım ve kötülüklerimi azalttım...
Ey İbrahim! Ne tür bir ateştir? Birini yakmaz, birini ise kavurur... Ey İsmail! Ne tür bir bıçaktır? Birini kesmez, diğerini ise doğrar... Ey Musa! Ne tür bir deryadır? Birine selamet, diğerine felaket olur... Ey Yunus! Ne tür bir balıktır? Birine ecel, diğerine binek olur... Anladın mı meseleyi? O, "OL" derse her şey olur... Demezse hiçbir şey olmaz. Dilerse mağara emniyetli bir saray, kuyu güvenli bir liman, zindan çiçekli bir bahçe olur. Dilerse ateş serin, deryâ yol, balık binek, bıçak kör olur.. Yeter ki "OL" desin.
Bir anı...~
"Daha henüz okul çağına girmemiş bir çocuk iken evimizin karşısındaki okulun duvarından veya kapı demirleri arasından gizlice okula dalıp bir müddet oynar sonrada kopardığımız bir iki çiçeği (nedendir bilinmez) ıslatarak yanaklarımıza, alnımıza ve burnumuza parçalar halinde yapıştırırdık; yeterince güzel çiçekler olmamız yetmezmiş gibi!! Sonra sarkan pantolonlarını çekmeleri "mission impossible" a dönüşen biz küçümenler okul hademesine yakalanırız korkusuyla jet hızıyla indiğimiz duvarlara koşup dışarı çıkmaya çalışırdık. Lakin çıkmanın inmek gibi olmadığını öğrenmiş olmamıza rağmen huyumuz kurusun vazgeçemediğimiz bir tutkuydu bu!! Sarkan tellere tutunarak kendimizi yukarıya çekmeler, kesme taş duvarda minik ayak uçlarımızın gireceği bir delik aramalar...yok hayır!! Hiçbiri kâr etmez, korkudan öleyazar...takatımız tükenmeye yakın nasıl olursa (Allah halimize acır, melekler günahsız popolarımıza bir ufacık dokunuşla bizi zıplatır) o badireyi zor da olsa atlatırdık. Ne zaman mı anladım. Yıllar sonra taşındığımız evi ve okulu özleyip ziyaret edince!! Çıkmak için ecel terleri döktüğüm o duvar meğerse ancak 60 cm kadar bir şeymiş ve o koşa koşa bitiremediğimiz bahçe yanyana ancak üç otobüsün park edebileceği kadar küçük bir alanmış....~ İşte o gün anladım büyüdüğümü..." 《Savaş Karabulut》
Reklam
36 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.