“Bir de yalnızlığı öğrettim ona. Şimdi geceyarısı, ikimizi de uyku tutmadığı zaman, kendi koridorlarımızda bir ileri bir geri, sinirli adımlarla dolaşıp duruyoruz.”
Nörodiverjan fikirler ve kıyaslanmaların olduğu, hayatı nasıl yaşamanız gerektiğini bilim dünyasının incelikleriyle birleştiren marjinal bir kitaptı..Yazarın anılarını paylaştığı kısımlarda eeeeh be diyip kitabı başınızdan savabilirsiniz ama bumerang misali yanı başınızda belirip kendini bi şekilde okutacaktır.)
Kendi değerini başkalarının ona verdiği değere göre biçen insan kendi hayatını başkalarının hükümleri üzerine bina etmiş olur ki, en ufak bir reddediliş binanın çökmesi için yeterlidir.
Varoluşsal sancılarımıza iyi gelir diye yarattığımız tutkular ve saplantılar; yaşadığımız gerçekliği emip tüketiyor. Öyküler farklı, derinde aynı evrensel sancı…
Belki de içgüdüsel olarak sonsuzluğa hükmetme isteği olan potansiyel kötüleriz, insan olmak bunu gerektiriyor ama şunu da biliyoruz yaptığımız her kötülük içimizde bir leke olarak kalıp bizi mutluluk ve zevki ayırt edemeyen birer bağımlıya dönüştürüyor. Dorian Gray’ in zehirleyen portesi ve sıradışı karakterler okunmalı, üzerine kafa yorulmalı derim.
Nöronal sanal gerçeklik jeneratörü beynimizi multidisipliner ele alan bir kitap. Ben sevmek ve sevmemek arasında gidip geldim. Ama okunmalı, yeni bakış açıları sunacaktır..
Mümkün evrenlerin en güzeli deneyimlemiş olduğumuz hayat mıdır? Leibnez buna evet derdi. Hikayemizin başrolü Nora ise..onu söylemeyeceğim.. Her seçimimiz ile paralel bir evren daha yaratıyoruz ve belki de bir başka biz olarak deneyimlediğimiz o evrende kendimiz olarak bulunma şansımız olmadığından ‘acaba nasıl olurdu’ yu düşünmek zaman kaybından fazlası değil.Pişmanlığı kenara bırakıp seçimlerimizi, olduğumuz kişiyi kucaklayıp potansiyelimizi fark etmek ve kendimizi gerçekleştirmek asıl mesele.