Fatih’e varmıştım bir gece yarısı. Saat gece üç civarıydı. Üstü başı kirli, sokaklarda yaşayan yaşlı bir adamla karşılaştım. Merak etmemesini söyledim. Cebimde kalan son paranın bir kısmını teklif ettim. “Almam!” dedi. “Neden?”diye sordum. “Param var benim” dedi. “Yarın lazım olur” dedim ve “Onu da yarın düşünürüm” diye cevapladı. Ne kadar ısrar ettiysem de almadı parayı.
Onu da yarın düşünürüz!
Biriktirmemek!
Yarın endişesinin bir ur gibi beynimizi işgal ettiği bir zamanda hiçbir güvencesi olmayan yaşlı bir adam yarına ait kavgalarını bugünden düşünmüyordu. Biz yerleri kazan köpekler gibi biriktirirken o yarını bekliyordu rızkı için. Hiçbir güvencesi olmayan dedim de, Allah o kadar mı uzak duruyordu bu şehirden? Ya ben Allah’ı nerede kaybettim? Kendimden utanıyorum.
Hepimiz güvenceyi biriktirdiklerimizde ararken, o ölümün ansızın gelişinin biriktirmeyi nasıl gülünç bir duruma soktuğunu anlatıyordu hal lisanıyla. Ölüm bu biriktirdiklerini beklemez diyordu kanaatkâr bir edayla.
Biz toprağı eşelemeye devam ediyorduk.
Havanın yüzünde bir kırlangıç sürüsü
Ve yabanıl ak atlar doludizgin
Bu sabah, bu sabah öylesine güzel ki
Bu sabah yağmur yağacak
Bu sabah gün açacak
Bu sabah tekmil tornurcuklar patlayacak
Bahar patlayacak
Köpükler, bulutlar patlayacak
Özlemierin en güzeli, tozlu bir özlem
Topraktan yeni çıkarılmış
Üç bin yıllık yunan şarabı
Atların kara
BİR AYRILIK BİR YOKSULLUK
Vara vara vardım ol kara taşa
Hasret ettin beni kavim kardaşa
Sebep ne gözden akan kanlı yaşa
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm
Nice sultanları tahttan indirdi
Nicesinin gül benzini soldurdu
Nicelerin gelmez yola gönderdi
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm
Karac'oğlan der ki kondum göçülmez
Acıdır ecel şerbeti içilmez
Üç derdim var birbirinden seçilmez
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm
(…) herkesin sandığının aksine ölülere ağlamam ben.
Kaderlerine, son sözlerine, herkesin onları son gördüğü anlara değil, onları ölüme götüren ellerine ağlarım. Hayattayken sırtlarını dayadıkları ağaca ağlarım. Uzanıp avuçlarıyla su aldıkları çeşmeye ağlarım. Dünyadan aldıkları son nefese ağlarım. Giydikleri son elbiseye, yürüdükleri son yola, başlarını koydukları son yastığa, yüzlerini kuruladıkları son havluya, kokularını bıraktıkları odalara, kederle oturdukları taburelere, sıkıntıyla parmaklarını gezdirdikleri masalara, ellerinin dokunduğu son nesneye ağlarım. Terekelerinde kalan üç-beş parça eşyaya, dünyada bıraktıkları harflere ağlarım.
Gözyaşlarım bütün bunları bahane edip akarken ben ölülere değil hikayelerine ağlarım.