Almanya tehlikeli bir ülkedir. Sosyalizm maskaralıklarının orada alıp yürümesi yarın Almanya’yı yeni gelişmelerin eşiğine atacaktır. Adolf Hitler durup dururken değil, büyük ve kültürel bir millete karşı İngiltere ve Fransa’nın ahmakça siyasetleri yüzünden ortaya çıkmıştı. Bugün de başka bir Adolf un, Adolf von Thadden’in başkanlık ettiği
Münih’in beğendiğim ikinci özelliği trafikteki düzen oldu. Burada üç kişiye bir araba düşüyormuş. Bizimkilerin de arabası vardı. Şehrin içinde ve dışında arabaların gelip gidişi parmak ısırtacak bir intizamla oluyordu. Korna çalmak yasağı olmadığı halde korna binde bir, meselâ önde giden bisikletli çocuğu uyarmak için çalınıyordu. Caddelerin,
Reklam
“Hayat büyük bir ağaç ve ölü yapraklar düşer.Ama en şahanesi köklerdeki nabızdır.Öylesine güçlü ve öylesine acımasız.”
"Padişahın işi ne?" Nalıncı Baba
- Hayrola sultanım canınızı sıkan bir şey mi var? - Akşam garip bir rüya gördüm. - Hayırdır inşallah. - Hayır mı şer mi öğreneceğiz. Hazırlan dışarı çıkıyoruz. Ve iki molla kılığında çıkarlar yola. Görünen o ki padişah hâlâ gördüğü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir. Hızlı ve kararlı adımlarla Beyazıt’a çıkar, döner Vefa’ya,
Hangi cümlesini alıp paylaşsam ki?! En iyisi bütün mektubu paylaşmak...
Dost, Bunu da alınca gidersin herhal. Bir gitmeden bir de gider gitmez yaz. Hiç sevmem böyle olmayı. Yoksun, garipsi, yenik. Bugünler böyleyim ama. Bir ölçüsüzlük ya da idrâk bulanıklığı bu. Senin oradan göçün, bir yeni ayrılıkmış gibi koyuyor bana. Oysa ha orada, ha daha ötelerde olmuşun. Bunun ayrı bir niteliği olmamalı, ayrılık ayrılıktır
Sayfa 58 - Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
(...) Önünden geçen kadın, kendine mi güldüğünü sandı ne, ters ters baktı. Neşesi kaçtı. Yürüyelim. Bilmediğim şey değil. Durdu. Ya deniz? Sonra. Geriye dönüp arkasına takıldı. Kolsuz giysinin üstündeki çiçeklerin rengini seçemedi. Yazın, sanki akşam olmadan gece başlıyordu. On adım ilerisindeki kadın -Yoksa kız mı? Çorapsız...- başını çevirip baktı. Yürüyüşü değişir gibi oldu. Az sonra bir başka sokağa saparken bir daha baktı. Bu sokağın lambaları, sıra ağaçların altını aydınlatamıyordu. Loştu. Bahçelerin parmaklıklarına sarılmış hanımellerinin kokusunu duyuyordu. Kadın, bir ağacın altında durup ona döndü. Görmek istediği yalnız bu değil miydi? O ters bakışın yapmacık, alışılmış bir kibir gösterisi olduğunu bilmiyormuş gibi, bir daha öğrenmek için arkasına düşmemiş miydi? Öyleyse neden yaklaştı ona? Bilmiyordu. Kadın, -Sizin başka işiniz yok mu? diye sordu. -Hayır. Aylakım ben. Fıkırdadı. Çekik burnuyla bir tanıdığına benziyordu -Evime yaklaştık, dedi. Gidin artık. Hem nişanlıyım ben. Yüzüğünü göstermek için elini ona uzattı. Oysa bu eli tutup sıktı. -Sevindim buna, dedi. Evliyim diyeceğinizden korkuyordum. Avucundaki elde bir kalsam mı, çekilsem mi? savaşı vardı. Durdukları yer karanlıktı ama, yoldan bir geçen olsa çekileceğini biliyordu. Kızın sırtını ağacın gövdesine dayayıp eğildi. -Ne yapıyorsunuz? Ah göre... Ağzını dudaklarıyla kapadı. Önce bir ruj kokusu duydu... (...)
Reklam
78 öğeden 51 ile 60 arasındakiler gösteriliyor.