Pencerenin önünde konuşan genç kız akşam serinliğinde üşüyüp büzülüyor, dönüp bize bakıyor, saçlarını düzeltmek için ellerini başına götürüyor, konuşuyor, gülüyor, yüzünde kâh hayret, kâh dehşet ifadesi beliriyor, vücudu da, yüzü de bir an bile rahat durmuyordu. Güzelliğinin sırrı, sihri, gerçekten de bu küçük, bu zarif hareketlerinde, gülümsemesinde, yüzünün mimiklerinde, bize fırlattığı bakışlarında gizliydi. Bu güzellik, kızın zarif hareketleri, gençliği, sesinde, gülüşünde okunan masumlukla; çocuklarda, kuşlarda, karacalarda, fidanlarda görüp sevdiğimiz o kendini koruyamamak halinin birleşmesinden ileri geliyordu.
Bu güzellik, hareketli bir güzellikti. Ona dans etmek, bahçelerde koşuşmak, boyuna gülmek, neşe yaraşırdı, bu güzellik ciddi fikirlerle, hüzünle, rahatlıkla uyuşamazdı. İnsana öyle geliyordu ki, bu peronda kuvvetli bir rüzgâr esse yahut yağmur yağsa bu zayıf vücut birdenbire solacak, bu oyuncak güzellik, bir çiçek gibi toz olup uçuverecekti.