insanın kendi yaşam planını yalnız ve yalnız kendisinin yapabileceği içgörüsüne sahip olmak olağanüstü zor, hatta dehşet vericidir.
Gerçek şu ki, biliyoruz ama bilmiyoruz. Ölüm hakkında bir şeyler biliyoruz, akıl yoluyla gerçekleri kavrıyoruz, ama, aklımızın bizi başa çıkamayacağımız dozda kaygıdan koruyan bilinçdışı bölümü, ölümün çağrıştırdığı dehşeti ayırıp safdışı bırakıyor. Bu ayırma işlemi bilinçdışı, gözle görülmeyen bir şey, ama yadsıma mekanizmasının bozulup ölüm korkusunun olanca gücüyle ortaya çıktığı nadir durumlarda, onun varlığına inanabiliyoruz. Bu çok seyrek, bazen yaşam boyunca yalnızca bir ya da iki kez olabilir. Kimi zaman uyanık durumda, bazen ölüme kıl payı yaklaşmanın ardından, ya da sevilen bir kimse öldüğü zaman olur bu; ama ölüm korkusu daha yaygın olarak karabasanlarda yüzeye çıkar...
Reklam
"Çağrıyı işitip de icabet etmemek, edememek, yani sürekli bekleme halinde kalmak, acının en dehşet verici olanıdır. Cehennemdir. Beyefendinin dediği gibi başkası değildir cehennem olan. Cehennem senin kendi içindedir."
Sayfa 129Kitabı okudu
Tarih(çilik) ve Öykü(cülük): Nerede Nasıl Ayrılıyorlar?
İggers’ın (1997), üniversitelerde ders kitabı olarak okutulan tarihyazımı kitabı, öykü-tarih ve kurgu-gerçeklik ilişkileri üstüne tartışmak için, kaydadeğer başlangıç noktaları sunuyor. Bu bölümde, İggers’ın görüşlerini anarak, fakat ona tümüyle bağlı kalmadan, sözkonusu ilişkileri ele alıyoruz. İggers’ın görüşlerine geçmeden, Avrupa dillerinde
"Aklımız ne kadar da güçsüz ve korkak ki, bizi sarsan en küçük anlaşılması güç olayda hemen dehşete düşüyor!"
Sayfa 140 - İthaki YayınlarıKitabı okudu
Pencerenin önünde konuşan genç kız akşam serinliğinde üşüyüp büzülüyor, dönüp bize bakıyor, saçlarını düzeltmek için ellerini başına götürüyor, konuşuyor, gülüyor, yüzünde kâh hayret, kâh dehşet ifadesi beliriyor, vücudu da, yüzü de bir an bile rahat durmuyordu. Güzelliğinin sırrı, sihri, gerçekten de bu küçük, bu zarif hareketlerinde, gülümsemesinde, yüzünün mimiklerinde, bize fırlattığı bakışlarında gizliydi. Bu güzellik, kızın zarif hareketleri, gençliği, sesinde, gülüşünde okunan masumlukla; çocuklarda, kuşlarda, karacalarda, fidanlarda görüp sevdiğimiz o kendini koruyamamak halinin birleşmesinden ileri geliyordu. Bu güzellik, hareketli bir güzellikti. Ona dans etmek, bahçelerde koşuşmak, boyuna gülmek, neşe yaraşırdı, bu güzellik ciddi fikirlerle, hüzünle, rahatlıkla uyuşamazdı. İnsana öyle geliyordu ki, bu peronda kuvvetli bir rüzgâr esse yahut yağmur yağsa bu zayıf vücut birdenbire solacak, bu oyuncak güzellik, bir çiçek gibi toz olup uçuverecekti.
Sayfa 461 - Yordam EdebiyatKitabı okudu
Reklam
417 öğeden 161 ile 170 arasındakiler gösteriliyor.