İslâm dünyasının Eski Yunan karşısındaki tavrı, mağrur bir tesamuh idi, Eski Yunan ve çağdaşı olan Avrupa karşısında. Ecdadımız, Avrupa'nın dini akaidi bahis konusu olunca son derece ihtiyatlıydı. Misyonerler, başlarını yalçın bir kayaya çarptılar: İslamiyet. Devir değişti. Batı'nın din-i batılları karşısında gösterdiğimiz
Sayfa 473 - İletişim yayınları 10.baskıKitabı okudu
Görmez misin ki, uykuda iken, rüyada bazı şeyleri görüyorsun. Bir takım hâlleri hayal ediyorsun. Onların hakikat olduğunu kabul ediyorsun. Uykuda iken, rüyada gördüklerin hakkında bir şüpheye düşmüyorsun. Fakat uyanınca, rüyada inandığın şeylerin hiçbirinin aslı olmadığını anlıyorsun. O halde, aklın ile anlayıp, inandığın bilgilerin, sadece içinde bulunduğun hâl sebebiyle sana doğru gibi gelmiş olmadığını nereden biliyorsun? Mümkündür ki, sende başka hâl meydana gelir de, rüyada gördüğünü uyanınca kabul etmediğin gibi, aklınla anladığın şeylerin de aslı olmayan bir takım hayaller olduğunun farkına varırsın. Yahut da, sana gelecek olan bu hâl, tasavvuf ehlinin hâli gibi olabilir. Zira, tasavvuf ehli, “Biz istigrak hâlinde [manevî hâllere dalınca], duyu organlarının tesirinden kurtulup, akıl ile anlaşılamayan hâlleri müşahede ederiz (görürüz),” demişlerdir. Belki bu hâl ölüm hâli de olabilir. Zira, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, (İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar) buyurdu. Kesin olarak bellidir ki, dünya hayatı, ahirete nispetle bir uyku gibidir. İnsan öldüğü zaman, dünyada göremediği bir takım şeyler ona zahir olur. O hâlde iken ona şöyle hitap edilir: (Bugünden gaflette idin. Şimdi senden perdeni açtık, artık bugün gözün keskindir.) (Kaf sûresi, 22. ayet-i kerîmesinin meali.)
Reklam
Hayatta yalnız kalmanın esas olduğunu hâlâ kabul edemiyor musunuz? Bütün yakınlaşmalar, bütün birleşmeler yalancıdır. İnsanlar ancak muayyen bir hadde kadar birbirlerine sokulabilirler, üst tarafını uydururlar ve günün birinde hatalarını anlayınca, yeislerinden her şeyi bırakıp kaçarlar. Halbuki mümkün olanla kanaat etseler, hayallerindekini hakikat zannetmekten vazgeçseler bu böyle olmaz. Herkes tabii olanı kabul eder, ortada ne hayal sükûtu, ne inkisar kalır... Bu halimizle hepimiz acınmaya layıkız, ama kendi kendimize acımalıyız. Başkasına merhamet etmek, ondan daha kuvvetli olduğunu zannetmektir ki, ne kendimizi bu kadar büyük, ne de başkalarını bizden daha zavallı görmeye hakkımız yoktur.
İstersen konuşalım. Fakat konuşmaktan ne çıkar ki! Kim bilir şimdiye kadar kaç merkep yükü kitap okudun. Fakat bunlardan ne anladın? Hiç, değil mi? İnsanlar neyi bilirler? Zevk ve bencilliklerinin arzuladığı sanatsal birtakim şeyleri ... Fakat hak ve hakikat hususunda ne bilirler? Hiç! Akıl yoluyla hakkı bulmak mümkündür. Fakat bilmek ,anlamak mümkün mü? Ne konuşalım? Harfleri bir araya getirerek hikmet bilinebilir mi?
Mustafa Kemal karşıladı bizi. Hemşerimizdi, Basri Bey’le çok önceden tanışıyorlardı. Çok memnun olmuştu bizi gördüğüne. O iptidai koşullarda dinlenmemiz için elinden geleni yaptı ama umutsuzdu. “Bu harbi kazanmak çok zor. Askerlerimiz kahramanca çarpışıyor. İtalyanları durdurduk. Sahil şeridinde hapsolmuş durumdalar. Top menzillerinin dışına çıkamıyorlar. Ama söküp atamıyoruz onları denizden. Hükümetin bu avantajı da fırsat bilerek iyi bir barış anlaşması yapması gerekir. Ne yazık ki Dersaadet’tekiler bunun pek farkında değil...” “Ya Enver Bey, o ne yapıyor?” diye sordu kumandanımız. “Cemiyete hep güzel haberler yolluyormuş.” Yüzü gölgelenir gibi oldu Mustafa Kemal’in. “Kusura bakma Basri ama Enver hayal görüyor bence. Olmasını istediklerini hakikat sanıyor. Ona kalırsa, İtalyanları ezdik geçtik. Bütün Arap aşiretler bizim yanımızda... Trablus’ta, Tobruk’ta, Bingazi’de, Deme’de hatta Fizan’ı da kapsayan kendisine bağlı bir İslam devleti kuracağından söz ediyor. Ama vaziyet hiç de öyle değil. Kendi gözlerinizle göreceksiniz zaten. Sayıları yüz bine yaklaşan İtalyan kuvvetlerinin karşısında mücahit sayımız çok az. Silah ve teçhizat açısından bizden çok üstünler. Tamam, başta Sunusiler olmak üzere halk İtalyanlardan nefret ediyor. Zaten tek avantajımız da bu. Yani durum hakikaten berbat. Fakat dövüşmekten başka da çare yok.” Sigarasından bir nefes çektikten sonra ekledi: “Bilmiyorum, belki de burada herkes kendi şerefi için dövüşüyor, herkes kendi vicdanı için...”
Hakikat bizi Çağıran dünya,bizi tutan , bizi besleyen veya bizi ezen dünyadır ve benzer şekilde dünyaya karşı rolümüzü oynamamız bizi tutmasına beslemesine ve ezmesine izin vermemizdir o halde buradan bakıldığında hakikaten hiçbir şey kaçış imkanı yoktur dünya hepimize sürekli ezmek tedir gerçekten her kaçış sahici olmamasından ötürü yalandır dünyanın hoşgörüsüzlüğü karşısında yaşadığımız zararı hayal gücünde telafi ederhakikat her şeyden çok özel projelerle fantezilerle hülyalarla çelişmektedir bu anlamda özel olan şey hakiki değildir kendisine hayali bir şekilde gerçekten koparan şey her şeyden önce yanlış olandır.
Reklam
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.