Manisa'da yaklaşık 2 yıl kalan Hoca Sadettin Efendi'den çok sıkı bir eğitim alan Şehzade Murat, kısa ama oldukça verimli geçen eğitim sürecinde hocasına çok alışır ve padişah olduktan sonra da kendisini yanından ayırmaz. * III. Murat
Sayfa 114 - Babıâli Kültür Yayıncılığı – Hoca Sadettin EfendiKitabı okudu
Sadettin Taftazani'nin beyanına göre avamın kalkıp da hocaya delil sorma hakkı yoktur, diyor. Haddini bil lan, diyor. Delili kim sorar, diyor. Alim sorar, diyor. Hoca hocaya der ki:Ya hoca efendi böyle buyurdun ama delilin ne? Derim ki, mesela şu ayeti kerime. Derim ki; mesela şu hadisi şerif. Niye? Hoca, âlim olan insan delilden anlar. Avam ne anlar delilden? Ben sana delili göstereceğim başlayacaksın vıdı vıdı vıdı vıdı yapmaya. Bir yerde hocanın ilmin ve dinin namusunu da muhafaza etmek görevi vardır. Hoca şimdi sıradan türedi bir varlık oldu mesela. İdeal âlimden bahsediyoruz. Seviyeli âlimden bahsediyoruz. Ama şu son iki yüz yıla yakın bir süredir bu musluklar akmıyor, tıkandı gibi. İşte kimler varsa ortalıkta onlarla idare ediyoruz gibi. Taze ekmek kalmadı. Ya bir hafta, on beş gün önceden dolapta kalmış, bayatlamış, taş gibi olmuş ekmeklerle işte idare etmeye çalışıyor gibi bir hâlimiz var.
Reklam
S.Ö:(...)Modernitenin sıkıntısı budur. Modernite ilim adamı yetiştirmez. Modernite muti adam yetiştirir, ulus devletin eğitim politikasında muti vatandaş yetiştirmektir esas. İlim arkadan gelir. Hâlbuki medresede mollalar hususi olarak okurlar. Bir molla onu altı ayda bitirir, ötekisi iki senede bitirir, birisi beş senede bitirir. Bazısına da hoca efendi der ki: Evladım, sen buradan ayrıl, başka bir iş yap. Öyle bir hadise ama sınıf usulü öyle değildir. Buradan şu sonuç çıkıyor: Herkesin bir kaderi var. Burada mühim olan yaptığı işi sevmek, benimsemek ve o kadere razi olmak. İlahi kudreti, onun nizamını bilirseniz Allah'ın rızasını kazanmak için hizmetin istikametini seçersiniz. Sadece âlimlerle de olmaz. Mutlaka birisi iş yapacak, öteki hizmet edecek. Birisi mektepte talebe yetiştirecek, öteki çarşıda bıir şeyler yapacak. Burada esas olan nâsa faydalı olmak.
Başka bir kaynak ise sâkilik ve kafes olayını yalanlar:
Hoca Sadettin Efendi: "Şerefüddin Ali Yezdi, kitabında bu konular açıklarken bir tarafı küçültmede, Timur'u yükseltmede aşırı ve ileri gider... Ama iki padişahın konuşmalarını görüşmelerini anlattığı zaman, saygı ve yüceltme gösterilerinden başka dış görünüş, padişahlığın şanına dokunacak bir tutum ya da davranıştan söz etmez. Mevlana Hatill de Timurnâmesi'nde konuyu böylece canlandırmaktadır. Bazı Türkçe tarihlerde, masalcı babalar padişahın hapse atıldığından, kafese kapatıldığından söz ederler ki, bunlar düzme haberlerdir. Eğer o günlerde buna benzer bir durum görülmüş olsaydı, Mevlana Şerefüddin bin dereden su getirerek laf kapısını açmak zorunda kalacaktı. Gerçi padişah, Tatar askerlerinin kaba yüzlerinden, kılıklarından nefret ettiği için, haya ve ar duyguları da ağır bastığından, yolda giderken tahtırevana binmeyi uygun görmüştü. Böylece her gün düşmanlarının çirkin suratlarını görmekten kurtulmuş oluyordu... Bunların kafes ile tahurevam ayırt edemeyen bilgisizler, akla yatkın sözle saçmayı seçemeyen anlayışsızlar oldukları meydandadır." (Tacal Tevarih, 1/291-292)
Sayfa 399 - Selenge Yayınları
Her dönem, her yerde nankörler mevcut!
Türk yurdunda, Türk’ün ekmeğini yiyerek, Türklüğünü bilmeyen Türk sultanın'ın sarayında küpünü doldurarak yaşayan, ama Türk’e hakaret etmekten geri kalmayan nankör soysuzlardan biri de Hoca Sadettin Efendi denilen aşağılıktır. “Etrak-ı bî idrak ” (Aptal Türk!) lafının mucidi de bu kişidir. Tacüt-Tevarih adlı eseri baştan sonra Türklere ve Türkmene hakaretle doludur. “Hilebaz Türk”, “akılsız Türk”, “aptal Türk”, “kudurmuşkurt”, “aşağılık türediler”, “sırtlan”, “anlayışsız kaltaban ”, “nâpak Türkman ” onun kullandığı sıradan hakaret kelimeleridir.
Sayfa 289 - Selenge Yayınları
Eğri Muhasarası
“…devlet erkânı padişahın otağında toplanıp düşmanla savaşmakla mütareke yapmaktan hangisini seçmek gerektiğini konuşurlar. Bir kısmı mütareke fikrini savundukları zaman Hoca Sadettin Efendi şiddetle vuruşmak tarafını tutar. Neticede bizzat padişahın bütün askerleri ile düşman üzerine varmasına karar verilir. Ama padişah (3.Mehmet) İbrahim Paşa’ya bir emir göndererek “seni askerlere serdar edüp ben buradan İstanbul’a gitsem olmaz mı?” deye sorar. İbrahim Paşa bunun imkânsızlığını kendisine anlatır. Böylece düşmanın karşısında saf tutulur.”
Sayfa 48 - Milli Eğitim Yayınları, Devlet Kitapları-İstanbul 1968Kitabı okudu
Reklam
27 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.