(Mustafa Kemal) 1923 yılında İstiklâl Savaşı’nı kazandıktan sonra Türk gazetecilerine yaptığı açıklamalarda daha ihtiyatlı davranacaktı. Dünya savaşı konusundaki sorumluluğu sorulunca, şöyle bir yanıt vermişti: İtiraf ederim ki eski Osmanlı Devleti’nin Dünya Savaşı’na nasıl bir amaçla ve ne elde etmek için girdiğini, yani savaşa katılmaktan
Sayfa 170Kitabı okudu
Barış anlaşması sınırın iki tarafında kalan halkların takas edilmesini sağladı. Türklere kalan Doğu Trakya’da resmî olarak yalnızca Bulgarlar bu durumdan etkilenmişti, ama gayrı resmî olarak cemiyet olabildiğince fazla sayıda Ruma da bölgeyi terk etmeleri için baskı yaptı. Cemiyetin önde gelen liderlerinden Halil’e (Menteşe) göre 100 bin Rum sınır
Sayfa 152Kitabı okudu
Reklam
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin destekçileri Aydınlanma Çağı fikirlerinden esinlenen genç subaylar, devlet memurları, Müslümanlar ve bazı Yahudiler ile onların yanı sıra bazı her devrin adamları ve kişisel nedenlerle ‘eski rejimle’ anlaşmazlığa düşmüş olanlar, Osmanlı Devleti topraklarının her köşesinde cemiyetin şubelerini açmaya başladılar. Selanik’teki cemiyet merkezi bunları yönetmek için mutemetler gönderdi. Ama “cemiyet adı altında çalışan bazılarının cemiyet amaç ve çıkarlarına hizmet etmediği ve hatta şerefine gölge düşürdüğü” ortaya çıktı. Bunun üzerine merkez, şubelerini yönetmek için güvenilir, onurlu, yetenekli gençlerin arasından sorumlu yazmanlar (Kâtib-i Mesuller) seçip göndermeye karar verdi. Bu gençlerden biri Deutsche Bank’ın Bursa şubesinde çalışan (Mahmut) Celal (Bayar) idi ve babası da aynı bankada veznedar olarak çalışmaktaydı. (Mahmut) Celal İzmir’deki İttihat ve Terakki şubesine sorumlu yazman olarak gönderildi. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bölgedeki Türk milliyetçi direnişini düzenleyen (Mahmut) Celal, daha sonraları ulusal İktisat Bakanı oldu ve Atatürk’ün yaşamının son yıllarında başbakanlık görevine getirildi.
Sayfa 109Kitabı okudu
Mustafa Kemal’in Suriye’deki ilk görev süresi hakkında en fazla bilgiye sahip olan Ali Fuat, onun Türk milliyetçiliğine dönüşünün ilk işaretlerinin burada ortaya çıktığını belirtiyor. Onun aktardığına göre, 1906’da Şam’a giderken Beyrut’ta Ali Fuat ve diğer arkadaşlarıyla görüştüğü zaman, çökmekte olan bir imparatorluğun parçaları arasından bir Türk devletinin nasıl yaratılabileceği sorunu Mustafa Kemal’i şimdiden düşündürüyordu. Bir başka karşılaşmada Yafa’da kendisi gibi Makedon kökenli olan bir subayla şiddetli bir kavgaya tutuştuğunu Ali Fuat’a anlatmıştı. Makedonyalı subay, emirlerini anlamayan Arap askerlerine, sert davranan bir Türk çavuşunu azarlamış ve aralarından Peygamberin çıktığı Arapların soylu bir ırk olduğunu ve Türk çavuşun onların ayaklarını yıkayacak kadar değeri olmadığını söylemişti. “Kes sesini yüzbaşı!” diye bağırmıştı Mustafa Kemal. “Bu erlerin mensup olduğu Arap ırkı belki bazı açılardan soyludur ama senin, benim, Müfit’in (Özdeş) ve bu çavuşun mensup olduğu ırkın da soylu olduğu inkâr edilemez bir gerçektir.” Türkleri hor görmeye kalkışan herkese Mustafa Kemal karşı çıkıyordu. Ama herhalde diğer devrimciler gibi, o da, Arapların Osmanlı Devleti sınırları içinde kalmaları gerektiği inancındaydı. Yoksa, ne o ne de arkadaşları 1911’de İtalyanların işgal ettiği, Arapça konuşulan Trablusgarp bölgesine gitmeye gönüllü olurlardı. Arapların Osmanlı topraklarında kalacakları umudu, Birinci Dünya Savaşı’nın sonundaki yenilgiyle ortadan kalkana dek Türk devrimcilerin aklından hiç çıkmayacaktı.
Gertrude, İngiliz Gizli Servisi'nin resmi bir elemanı değildi. Topladığı bilgiler İngiltere için bir hazine değerindeydi. Birinci Dünya Savaşı çıktıktan sonra onu Gizli Servis'in bir şubesi olarak kurulan Arap Büro'ya götüren sebep de Arap dünyası halkındaki derin bilgisi ve çöllerde kazanmış oldukları dostluklarıydı. Yakınlık kurduğu Arap şeyhleri daha sonra İngiltere lehine Osmanlı İmparatorluğu'na karşı ayaklanan isimler olacaktı.
Vatikan Arşivlerinin ve Müzelerinin Önemi
Fakat bir şey çok açıktır ki eskiden fragmanlar halinde bilgiler ve dokümanlar olmasına rağmen, 1135'ten itibaren dünya ülkeleri hakkındaki çok düzenli raporlar burada saklanmıştır. Bunlar en başta Selçuklu Türkiye'sini ve Osmanlı Türkiye'sini içerir. Gereken filolojik kabiliyete sahip olduğumuz takdirde tarihimizin önemli bir kısmı bu arşivlerden öğrenilebilir. Bu arşivler incelenmeden evvel Türkiye tarihinin, bilhassa Anadolu'daki maceramızın -ki bu artık bin yıla yakındır- tam bir tasvirini yapmak mümkün değildir.
Reklam
Dil katliamı
Bu ülkede böyle bir cinayet işlendi işte: Dili Arapçadan arındırmak. “Arapça yabancı dil” filan diyorlar. Amaç sadece Arapçadan arındırmak değil, Kur'an'dan (Kur'an Arapçasından) arındırmak. Asıl amaç dili İslami ruh köklerinden arındırmak, “Muslümanca”yı öldürmek. Beden olarak yaşıyor bu dil ama siz o dille bir dünya kuramazsınız. Eşyanın tabiatına aykırı bu. Medeniyet dili bütün dillerden ödünç alır. Osmanlı Türkçesi dünyanın zengin dillerinden biri. Belki de dünyanın en zengin dili Osmanlıcadır, diyeceğim. Abartıyorsun diyenlere, sakin olmalarını ve söyleyeceklerimi can kulağı ile dinlemelerini salık weriyorum. Osmanlıca hem Batı dillerinden kelime/kavram almıştır hem Doğu dillerinden. Grekçesi, Latincesi, Almancası, Fransızcası, İngilizcesi, Boşnakçası, Sırpçası, Rusçası, Afrika dillerinde, Swahiliceden almış, Hintçesi, Sanskritçesi, Farsçası, Arapçası vesaire hepsinden almış. Bütün kurucu dünya dillerinden beslenebilen ama Türkçenin grameri üzerinden bunu kendisine mal eden başka bir dil azdır.
Sayfa 126 - İnsan yayınlarıKitabı okuyor
Osmanlı’da halifeliğin bir manası yok idi zira olayın şeri boyutuna gelince, fıkıh kitaplarında şartları belirlenerek Halifelik bir şeri kural haline gelmiştir. Bu kural, Halifelerin Kureyş’ten ve Peygamber ashabı ve soyundan olması gerektiği yer almaktadır. Bizim Osmanlı Padişahları bu şartlara ters düşmektedir. Yıllarca Araplar, Türkleri müslüman bile saymamıştır. Bu yüzen I. Dünya savaşı’nda Sultan Reşat’ın cihat ilanına Türklerden başka hiç bir müslüman toplum ilgi göstermemiş, üstelik tam tersine dinkardeşi bildiğimiz Araplar, İngilizlerle işbirliği yapmakta bir sakınca görmemişlerdir.
1912 Balkan Savaşı'nda okulun bir kısmı cepheden gelen yaralıların bakımı için Kızılay'a verildi. Osmanli Devleti'nin 1914’de Birinci Dünya Savaşina katılması ve Fransa ile savaş halinin başlaması üzerine okul 1919 yılma kadar kapalı bulunacaktı. Saint Joseph Lisesi
Osmanlılar henüz Kudüs’ü veya Kuzey Afrika’yı ele geçirmemişti, ancak Kahire’deki Müslüman kardeşleriyle karşılıklı yarar sağlayan ittifakları temelde Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki Avrupa ticaretinin rotasını belirledi. Müslümanlar -özellikle de Osmanlılar ve Memlükler- Akdeniz’den doğuya tüm erişimi kontrol ediyorlardı. Trabzon’daki Selim, batı ile doğu, Asya ile Avrupa arasındaki güzergâhta birçok Osmanlı vergi toplayıcısından yalnızca biriydi. Gerçekten de o döneme Selim’in gözünden baktığımızda -Avrupa’nın Rönesans ve sözde “Keşif Çağı” boyunca kültürel olarak çarpıtılmış bilindik öyküsünün aksine- Osmanlıların dünya tarihinin şekillenmesinde oynadığı büyük rolü anlıyoruz. Eğer Avrupalılar Hindistan ve Çin’le ticaret yapmak istiyorsa ya Osmanlı’nın şartlarını kabul etmek zorundalardı ya da onları aşmaları gerekiyordu.
Sayfa 107Kitabı okudu
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.