Parça bittiğinde sessizce utanarak kutuya birkaç kuruş bırakıyorum. Bu müziğin karşılığı bu olmamalı. Değil ki o da susmuyor. Ödediğim bedelin çok daha fazlasını ikram ediyor bana. Sokak çalgıcısı ile bağışçısı değil, müzisyenle dinleyicisiyiz sadece.
“Gözümün önünden geçen yüzlerce, binlerce yüzü ayıramasam da kendi yüzümü hâlâ tanıyorum ve dört yıl önceki beni arıyorum. İnsanın bıraktığını yerinde bulması zordur çoğu kez. Sokak çalgıcısı yok ama dört yıl önceki ben, orada yerinde, alçak duvarın üzerinde oturuyor. Onun unuttuklarını ben hatırlıyorum, benim unuttuklarımı o. Hatırlaşıyoruz. Bana beni hatırlayacak bir Setterhan lâzım şimdi. Şimdi desem ki “Çoğunu ben kurmuş kaldırmışım, sonra kurduğuma ben kendim inanmışım. Vasf-ı hâlim budur, râzıyım.”
"Ne ben otuz yıl önceki benim ne de Iran o eski Iran. Değişmeyen tek makam: Taht-ı Süleyman."
"O, Tebriz, Batum, Tiflis, Bakü hattında halı ticareti yapan bir tacir. Batum'da bulunduğu sırada Bolşevik İhtilâli patlak verip sınırlar kapatılınca bir daha Tebriz'e dönememiş, Trabzonlu bir motorcunun yardımıyla onun şehrine kaçmış, İstanbul'a geçmek niyetiyle Trabzon'a şöyle bir uğradığını sanmış ama büyükannemle evlenince burada kalmış. Büyükannemin de hikâyesi belli, o da 1916'da Rus işgaline uğrayan Trabzon'un İstanbul'a kadar gidip dönen muhacirlerinden biri."
"Hazar ve Karadeniz arasında uzanan Kafkasya'ya Arap
coğrafyacılar "Halklar Dağı" derlerdi. Her vadisinde neredeyse bir halkın
yaşadığı dünyanın bu en kalabalık, en renkli ve en problemli bölgesi
Cadde ışıl ışıldı ve eski Rus konaklarından, neft milyonerlerinin
saraylarından süzülen ışık yollara dökülüyordu. Az ötede, akordeonunu göğsüne yaslayarak parkın alçak duvarı üzerine oturmuş bir
sokak çalgıcısı."
"Yurtlarından ayrı kalmamak için milletlerinden ayrılmışlar."