Obsesyonların yanısıra, nadir de olsa, psikiyatride bir de bahsedilmesinden pek hoşlanıl­mayan possesyon vakaları görülür. Bu konuya Jung biraz ilgi göstermiş, ama ondan başkası da el atma cesaretini bulamamıştır kendinde. Peter Blatty’nin ünlü romanı The Exorcist'in fil­me uyarlanmasından sonra insanı bıktıracak kadar ucuz taklitlerinde görülen abartılı sahnele­rin dışında, gerçekten de başka bir varlığın hakimiyeti altına girmek gibi yorumlanabilecek durumlarla karşılaşılmaktadır. Ancak bu vakaların; konversiyon, dissosyatif bozukluk, epilepsi safhası, defans mekanizması, kişilik bozukluğu gibi ayırdedici teşhisi yapıldıktan sonra üzerin­ de durulması gerekmektedir.
Hayır ya, beni 'the exorcist' in var olmadığına inandıramazsınız
Üstelik, insan olma durumunun ruhani (doğası ne olursa olsun) bir boyutu olduğu ve değişen derecelerde olsa da, bütün insanların ruhani gereksinimleri olduğu kabul edilmektedir. Bu yüzden, ağır akıl hastalığına eşlik eden ıstırap ve sıkıntıların zaman zaman, şeytani bir içeriği bulunan patolojik düşünceler, algılar ve diğer anormal yaşantılarla ortaya dökülmesi şaşırtıcı olmaz.
Sayfa 339
Reklam
"the exorcist" filmindeki heykel de bu
Boynuzlu, sivri tırnaklı, kanatlı ve asık çehreli olarak betimlenen Mezopotamya demonu Pazuzu, kavurucu kuzey rüzgannın efendisi, Tann'nın gücünün yokedici bir tezahürüdür.
Sayfa 101
The Exorcist
Şeytan filmi, küçük kahramanından nefret mi etmeliyiz yoksa ona acımalı mıyız konusunda ilginç bir belirsizlik sergiler. İnsanların ele geçirilme inancı, Nuh Nebi’den kalma özgürlük ve determinizm meselesini sansasyonel bir dramatizmle gündeme getirir. Ele geçirilmiş çocuğun içindeki şeytan onun gerçek özü müdür (ki bu durumda ona acımalıyız)? Bu gücün elinde savunmasız bir kukla mıdır, yoksa bu güç onun içinden mi gelmektedir? Yoksa kötülük bir kendine yabancılaşma durumu mudur? Yani bu iğrenç güç, hem sensin hem de değil misin? Belki de kötü, bir san basın yazandır ve aynı zamanda kişiliğinin tam yüreğine yerleşmiştir. Bu durumda, Aristo’ya göre trajedi izlerken yapmamız gerekeni yapıp hem acıma hem de korku hissetmeliyiz.
THE EXORCIST (1973) Şeytan
Korku sineması tarihindeki ilk büyük gişe rekortmeni olan bu filmin, türün daha sonraki gelişimi üzerinde güçlü bir etkisi oldu. Daha önce hiçbir korku filmi, gösterim öncesi bu kadar tanıtıma, montaj aşamasındaki çekişmelerle İlgili bu kadar dedikoduya: kusma, bayılma ve hatta geçici psikoz krizlerine yol açmasıyla ünlü bir filmi seyretmek için, her yaştan insanın neden saatlerce kuyrukta beklediğine dair bu kadar spekülasyona maruz kalmamıştı. Şeytan'ın kültürel etkisini ne kadar abartsanız azdır. Film, beyazperdede neyin gösterilip neyin gösterilemeyeceğini kesin olarak belirleyen kurallara meydan okudu. O sıralarda gündemde olan Watergate skandalinin yerine, en azından kısa bir süre, gazete manşetlerine oturdu; "gerçek hayattaki" ruhun ele geçirilmesi vakalarında belirgin bir artış oldu ve bir eleştirmenin yazdığı gibi, "tiksintinin geniş bir izleyici kesimi tarafından bir kitle eğlencesi olarak benimsenmesini sağladı."
Şeytan'ı konu alan poetik mitolojinin 20.yüzyılın fantastik popüler edebiyatında ne kadar etkili olduğunu gösteren en tipik örnek William Peter Blatty'nin özellikle sinema uyarlamasiyla tanınan romanı The Exorcist'tir. Şeytan bu kez kilisenin devlet ve ahlakın tehlikeli bir düşmanıdır,çünkü hasımlarının yapacağı her hamleyi önceden bilme yeteneği vardır.
Reklam