- Eğer Batılı ülkeler insan haklarına saygılı idiyseler, bu ülkede sırf şapka giymeyi reddettiği için asılmış, sürgüne gönderilmiş insanlar yaşamışken, acaba Batı ülkelerini harekete geçirecek insan hakları ihlallerinin sözü niçin edilmemişti?
- Keza bu ülkede yaşayan insanların camileri kapatılıp ahır ya da depo olarak kullanıldığı dönemlerde, Batı’nın hâlihazırda insan hakları gibi bir söyleme sarışan mihrakları neredeydiler?
- Bu ülkede yaşayan insanların dinlerinin kutsal kitabını sadece okuyabilmek için gösterdikleri çabaların yasaklandığı dönemlerde acaba bir insan hakkının ihlal edilmekte olduğu akıllara gelmiyor muydu?
- Gazetelerde dinî konuların yazılmasının yasaklandığı ve başlamış olanların derhâl kesilmesi talimatı verildiğinde -ki 1940’lı yıllarda vuku bulan bir olay- acaba bir insan hakkının ihlal edilmekte olduğu hangi Batı ülkesinin umurundaydı?
- Ve hâlihazırda her ne sebeple olursa olsun başını örtmek isteyen kız öğrencilerin başlarını örtmesini yasaklayan idarî mercilerin bu eylemiyle insan haklarından birini ihlal ettiği acaba kaç Batı ülkesinin umurundadır?
Bu ülkede yaşayan insanlar islâm dışı kimliği benimsedikçe övgüye değer bulunuyor ve benimsemeye çalıştığı bu yeni kimliğiyle öteki Müslüman ülkelerin insanına örnek gösterilmek isteniyor.
İslâmiyet, bir idare biçimi olarak demokratik değildir. Çünkü demokrasi, insanların, kendilerini idare edecek yasaları yapma hakkını, yani egemenlik hakkını kendi uhdesinde tutma yetkisini ifade ediyor.
ABD ile SSCB arasındaki soğuk savaş sadece 1950'li yıllarda gerçekleşmiştir. 1960'lı yılların başlarından itibaren soğuk savaş, yerini "detant"a (yumuşama politikası) bırakmıştır. Bu politikanın özü, kapitalist âlemin çok uluslu şirketlerinin dünyanın her tarafında ve bu arada elbette bütün sosyalist ülkelere yaptığı yatırımlar da dışlaşıyor. Taraflar arasındaki menfaat ilişkileri de fizik olarak bu yatırımların şahsında ortaya çıkıyor. Yatırımcı kuruluşlar yatırımlarıyla kâr sağlarken, sosyalist ülkeler de bu şirketlerin yatırımları sayesinde kapitalist ülkelerle aralarındaki teknoloji açığını kapatmaya çalışıyorlar(dı). İşte bu ilişkilerin zedelenmesini iki taraf da asla göze alamadılar, alamazlardı da. Ne var ki, taraflar kimi zaman savaş çıkar korkutmacasıyla, kimi zaman başka türlü tehditlerle ülkeleri sürekli olarak bu güçler den birinin, aslındaysa sadece ABD'nin yönlendirdiği gücün nüfuzu altında kalmaya zorlamışlardı. Bu politika, 1980'li yılların başlarındaki İran dışında, bütün İslâm âlemi de dâhil, dünyanın bütün ülkeleri için geçerli olmuştur, olmaya da devam etmektedir.