Başıma böyle işler açma konusunda bende de eşek şansı vardır hani. Kalp atışlarını dinliyordum, sırf duruma uygun bir şeyler yapmış olmak için, beklenen birkaç malum işlem. Koşturuyordu kalbi, orası öyle, kaburgalarının arkasında, hapis, koşuyordu hayatın peşinden, ara ara sendeleyerek, ancak ne kadar sıçrarsa sıçrasın, asla yetişemeyecekti hayata. Hayatı kaymıştı artık. Böyle tökezlemeye devam ederse, kısa bir süre sonra, çöplüğü boylayacaktı, yüreği, vıcık vıcık, kıpkırmızı ve ezilmiş olgun bir nar gibi suları akmış. Kocanın o pelteleşmiş kalbi işte böyle görünecekti, birkaç gün sonra, mermerin üstünde, otopsi sırasında, bıçakla yarılmış. Çünkü bu hikâye eminim güzel bir adli otopsiyle son bulacaktı. Bunu öngörebiliyordum, mahallede herkes kim bilir ne zehir zıkkım hikâyeler anlatacaktı bu ölümün ardından, bu da pek normal gibi görünmeyen ölümün, hele ötekinden sonra.
İşte benzer şekilde katı bir inanç da, katı bir güvensizliğin işaretidir. Öyle ki, inandığı dini ya da Tanrı'yı tam anlamıyla sorgulamamış ve öğrenememiş olan insanlar, bu inançtan kopmaktan o kadar çok korkarlar ki, soru soran herkese karşı düşmanlık beslemeye başlarlar. Bununla da yetinmez, onlara öğretilen doğaüstü hikâyeler yüzünden en ufak kuşkuyu bile şeytânî var sayar ve akıl almaz işlere kalkışırlar.
Reklam
Her ben dediğimde “Affola,” diyesim geliyor oysa..
Ben de bu dünyaya düşmüş biriyim. Kimi zaman şeytan dokunmuş düşünü hayra yoramayan Havva, kimi zaman af dileyerek kırk yıl gözyaşı döken  dem gibiyim. “Ben neyim?” diye gelmedimse de dünyaya, belli, “Ben neyim?” diye diye gideceğim. Parmaklarımın ucunda yükselerek bir pencere aralığından, batan güneşi gördüğüm günden beri, gökyüzünün rengini,
Öyle bir an gelir ki insan gördüğüyle kendisine anlatılanları karıştırır, yaşadığıyla bildiğini, başından geçenle okuduğunu karıştırır; aslında bunları ayırt edebiliyor olmamız mucizevi bir şeydir, onca şeyden sonra bunları ayırt edebiliriz ve normalde budur tuhaf olan, tüm bir hayat boyunca sinemada, televizyonda, tiyatroda, gazetede ve romanda görülen ve duyulan bütün hikâyeler birikince artık kolaylıkla birbirine karışabilmelidir. Onca şeyden sonra hayret verici olan insanların büyük çoğunluğunun gerçekten başlarına gelen şeyleri hâlâ biliyor olmalarıdır. Sonuçta asıl ayırt etmesi mümkün olmayan diğerlerinin başlarından geçenlerdir, onların bize kurgu gibi ya da artık çok uzakta kalmış bir gerçek gibi anlattıkları şeylerdir, bizim tanımadığımız o kişilerin bizim bilmediğimiz o geçmişin gerçek olup olmadığıdır. Uç örnekleri bir tarafta bırakalım ve diyelim ki belleğin kendisi hâlâ epey sağlam, hâlâ güvenilir bir kaynak olmayı sürdürüyor, insan bizzat gördüğünü ve duyduğunu kitaplarda ve filmlerde olanları hatırladığından farklı bir şekilde hatırlıyor, ama eğer başkalarının gördüğü, duyduğu, tanık olduğu ve bildiği ve sonra bize anlattıkları şeyler söz konusuysa bu fark öyle pek de belirgin olmaz. İşte bu insanın uydurduğu şeydir.
Sayfa 211 - Yapı Kredi Yayınları, 6. BaskıKitabı okudu
duyguların renkleri, ruhların melodisi..
"Hikâyelerin anlatıldığı salonlar bomboş olsa bile, hikâye kitaplarının çok satmasının nedeni bu değil mi zaten? Ne gramofondan dinlediğim ne de hikâye kitaplarından okuduğum hikâyeler bana zevk veriyor. Hocam sizce de icra edilen sanat her ne olursa olsun, sanat dediğimiz şey sanatçının sanatını icra ederken hissettiği içgüdüsel coşku değil midir? Doğal olarak bu coşku seyirciye de sirayet ediyor. Bu aşamada verilen hissi içgüdüsel olarak alan seyircide müthiş bir ilgi gelişiyor. İşte sanatın gizemi dediğimiz de budur. Dinleyen ve sanatını icra eden arasında duygular birbirine geçmezse bu sanat olmaz. Sizce de öyle değil mi?"
Nereye gidiyorsunuz?
Ben mi? Gidiyorum işte, ucu bucağı olmayan bir yere. Başımda öyle bir karmakarışıklık var ki, nereye gittiğimi ben de bilmiyorum. Kader götürüyor , ben de gidiyorum işte.
Sayfa 88 - Akçağ yayınlarıKitabı okudu
Reklam
219 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.