Sarf - nahv alimlerinin aldanması
Başka bir kısım âlimler ise, dilbilgisi, şiir ve dilin ilgi çekici ve anlaşılması zor kısımlarıyla meşgul olmuş, kendilerini bununla aldatmışlardır. Bağışlanmış ve bu ümmetin âlimlerinden olduklarını iddia ederler. Zira kendilerince dinin ve sünnetin ayakta durması, dilbilgisi ile olmaktadır. Onlar ömürlerini dilin ve dilbilgisinin inceliklerini araştırmada tüketmişlerdir. Bu büyük bir aldanmadır. Arapçanın Türkçe gibi bir dil olduğunu düşünselerdi ve ömrünü Arapça uğrunda tüketmekle, Türkçe, Hintçe ve diğer diller için tüketmekten farklı olmadığını bilirlerdi. Arapçayı diğerlerinden ayıran şey sadece dinin bu dille gelmiş olmasıdır. Dilden sadece Kur'an ve Sünnette anlaşılması güç olan garip kelime ve terkipleri bilecek kadarı; dilbilgisinden ise yine Kitap ve Sünnetle ilgili olanı kadarı yeterlidir. Fakat bu alanda sonu gelmeyecek derecede derinleşmek gereksiz bir aşırılıktır. Bunu yapan ise aldanmıştır.
Nasturi Hıristiyanlar (Urfa) ve Yakubiler (Antakya) Suriye dilinde bir Aristoteles'i korudular. Huneyn (ö. 877), oğlu İshak (ö. 910) ve Yahya bin Adi (ö. 974) gibi Hıristi­ yanların da çalıştığı Bağdad tercüman okulu Aristoteles'in Arapça'ya geçişini sağladı. Bunun yanısıra dilbilgisi ve man­ tık gibi türler altında, İslam ile Helenizm arasındaki ilk kar­şılaşmalar da ya§andı (Müslüman "dilbilgici" es-Sarafi [ö. 979] ile Nasturi "mantıkçı" Matta [ö. 940] arasındaki "Bağ­dad tartışması"). Nasturi bir felsefe geleneğinin varlığına on birinci yüzyıl Bağdad'ında bile tanık olunur. Hıristiyan-Süryani Aritotelesçiliğinin mirasçıları olan Ortaçağın büyük İslam düşjnürleri de Batı Hıristiyanları­nın akıl hocası olmuştur.
Reklam
Osmanlı Medreseleri
Osmanlı medreseleri iki büyük kategoriye ayrılırdı. Hâric medreseleri diye bilinen ilk kategori "bilginin temelleri" yani Arapça dilbilgisi ve sözdizimi, mantık, kelâm, astronomi, geometri ve belâgat öğretirdi. Dâhil denen ikinci kategori "ulûm-i Âliye" yani giriş düzeyinde Hidâye, orta düzeyde Taftâzânî'nin Telvîh'inden usûlü'l-fıkh, ileri düzeyde de Zemahşerî'nin Keşşâf'ından Kur'an tefsiri öğretirdi.
Sayfa 216Kitabı okudu
XV. yüzyılda Türkçeye sınırsız ölçüde Arapça ve Farsça sözcük dolmuş, Türkçeye rağbet iyice azalmıştır. Bu dönemdeki durumu da Mesihî adlı divan şairimiz şöyle dile getirmiştir: Mesihî gökten insen sana yer yok Yürü var gel Arapdan ya Acem'den
“Lisan-ı azbülbeyani" yani "tatlı dil", "kuş ötüşlü dil" Arapça, Farsça ve Türkçe olmak üzere üç dilden oluşuyor. Bu sıralamada Türkçe en son sıradadır. Üstelik ne tanımı vardır, ne dilbilgisi, ne de ayrı bir sözlüğü.
Ve tevâsav bi'l-hakk" ifadesindeki "tevâsav" kelimesinin birkaç yönünden daha bahsedeyim. Bu metni okuyan öğrencilerden Arapça dilbilgisi (sarf) çalış mış olanlar "tefa'ale" kalıbını bilirler. Tefa'ale kalıbı iki taraf, iki cihet yahut daha fazlası beraber aynı işi yaptıklarında ve yardımlaştıklarında kullanılır. Diğer bir deyişle, ben size bir tavsiyede bulunuyorum, siz de bana bir tavsiyede bulunuyorsunuz. Siz benim öğüdüme kalbinizi açıyorsunuz, ben de sizin öğüdünüzün kalbime işlemesi için onu sonuna kadar açıyorum. Tevâsav böyle bir şeydir. Teşharuk, ta'avvun, tehavur gibi aynı kalıptaki diğer kelimeler de aynı şekilde iki taraf aynı işle meşgul olduğu zaman kullanılır.
Reklam
48 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.