Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Sultan Süleyman'ın süt kardeşi Yahya efendi'den bahis açmışken onun İstanbul boğazının manevi sahiplerinden biri olduğunu da ifade edelim. Zamanında balıkçılar balığa çıkacakları zaman tekneleri ile teknenin hemen dibindeki bu sahile yaklaşırlarmış. Yahya Efendi de tekkenin ucuna çıkar ve buradan onlara dua edermiş "ürününüz bereketli kazancınız bol olsun" diye bütün balıkçılar hep bir ağızdan amin derlermiş, sonra Yahya efendi onları 'eyyam ola' 'eyyam ola' yani uğurlar ola diye savarmış Yahya efendi vefatı sonrasında aynı adet devam etmiş balıkçılar yine buraya gelip bu kez onun ruhuna fatihalar gönderir ve ardından kendileri eyyam ola diyerek buradan ayrılırlarmiş işte bu eyyam ola sözü döne dolaşa bugünün heyyamola söz olmuştur.
Kutsal kitaptan yer alan İsrail devleti adına hareket eden bugünkü İsrail devleti Ken'an ilinde oturanları yok eden eski devletin hareketlerini tekrarlamaktadır. Günümüzde Ken'anlılar yok Araplar vardır. Vaktiyle Ken'anlılarla savaşan İsrail devleti bugün Araplarla boğuşmakta veya bu toprağı daha sonra ele geçirenlerle ölüm kalım mücadelesi vermektedir. Kitap şunları söylüyor: "Burada oturan halkların şehirlerini Allah'ın sana miras olarak verdi... Buralarda hiçbir canlı bırakmayacaksın... Hititleri, Amoritleri, Ken'anlıları, Perezitleri, Hivitleri ve Jebuzitleri hareketsiz bırakacaksın... Allah'ın sana bunu emrediyor." Dahası var: "Şimdi git Amelek'i vur... Her şeylerini ellerinden al. Geriye hiçbir şey bırakma... Her yere ölüm saç... Erkekleri ve kadınları, çocukları ve süt çocuklarını, öküzleri ve koyunları, develeri ve eşekleri öldür." Soykırımların "kitaba" dayalı olarak böylesine yasallaştırılması, İsrail devletinin saldırılarını ve sınırlarını genişletmek için giriştiği kanlı cinayetleri doğrulama gayreti sonucunda, herkes bugünkü siyonist İsrail devletinin, Kitab-ı Mukaddes'te yer alan devletin devamı ve kanuni mirasçısı olduğuna inanmış ve bu fikir dünyaya yayılmış olan diğer Yahudilere kolaylıkla kabul ettirilmiştir. Buna inanan Hristiyanlar da vardır.
Reklam
Ama biz kanunî hakkımız olmamakla beraber, insanî, tabiî bir hakkımız olduğuna inanıyoruz. Sağduyunun, vicdan sesinin hakkı bu. Varsın bu hak insanoğlunun o kokmuş kanun kitaplarının hiç birinde yer almamış olsun; asil, namuslu bir insan, sağduyu sahibi bir insan, kanunlarda yazılı olmayan maddelerde de namuslu olmak zorundadır.
Sayfa 305 - Cem Yayınevi 1969 Baskısı Cilt 1Kitabı okuyor
"Kanuni Sultan Süleyman'ın, babası Yavuz Sultan Selim'in hatırasına yaptırttığı cami, şehrin beşinci tepesi üzerindedir. Avlusunun ortasında güzel bir şadırvan bulunur. Pencerelerinin üstlerinde erken devir İznik çinileri vardır. İç süsleme oldukça azdır. Yavuz'un sade kişiliği, sanki mimarın tarzına da yansır. Anlatılanlara göre Yavuz ne kadar sade bir insan ise, oğlu Süleyman da o denli süslenmeye düşkündür. Bir gün Yavuz yine oğlunu aşırı derecede süslü ve gösterişli bir elbiseyle görünce, dayanamaz ve: "Süleyman, Süleyman ! Sen bunları giyersen, anan ne giysin peki?" diyerek oğlunu azarlamaktan kendini alamaz.."
Şehzade Mustafa'nın katlinden sonra Süleyman
Yapayalnız, Bâb-ı hümayundan geçerken, yatsı namazından sonra odabaşı bel büküp kendisini çinili zemin üzerindeki yatağına uzanmaya bıraktıktan sonra, tek başına, dar pencereden yüksek servi ağaçlarının zirvesinde titreşen yıldızları seyrederken Süleyman hep gözleri önünde Şehzâdesinin simasını buluyordu. Süleyman bundan etrafındakilere hiç bahsetmedi.
Kahve yasağı:)
"Kahve Istanbul yaşamına, XVI. yüzyıldan itibaren Kanuni Sultan Süleyman zamanında girer. Resmi kaynaklardaki ilk kahvehane, 1554 yılında Halepli Hakem isimli bir tüccar ve Şamlı Şems Efendi tarafından Tahtakale'de açılır. İlk başlarda, dönem dönem yasaklamalarla karşılaşır. Kanuni devrinin meşhur şeyhülislamı Ebussuud Efendi, kahvenin toplum ahlakını bozduğu gerekçesiyle bir fetva çıkartarak, Galata Limanı'nda bekleyen kahve yüklü gemileri batırtır. Özellikle, IV. Murad devrinde, içki ve afyonla bir tutulduğundan, içilmesi idam edilme riskini de birlikte getirir.."
Reklam
Kanuni döneminde Osmanlılar iki cephede birden savaşmaktan daima kaçınmislardir. Bu kez devlet, iki cephede uzun yıllar savaşı sürdürmek zorunda kaldı.
Fatih Sultan Mehmet, ne kadar hikmetli bir Padişahmış
Süleyman Vezir-i âzamını görevden alarak, yerine Rüstem'i atadı. Böylelikle Süleyman, Fatih'in diğer bir kanununu daha ihlâl etmiş; bu gibi tayinlerin sadece kabiliyete dayanması ve Padişah'ın kendi hısım, akrabasını yüksek memuriyetlere atamaması esasını da bozmuş oluyordu.
mimar sinan
Her yerde "Mimar" diye anılan Sinan Ağa, devşirmelikten yetişerek Belgrat'tan Viyana'ya kadar seferlere iştirak etmiş ve bu seferlerde mühendislik mucizeleri ortaya koymuştu. Sinan, ne gerekse onu derhal inşa edivermek hususunda hayret verici bir ustalığa sahipti.
Kanuni döneminde on yıl boyunca uygulanan yasağın görünürdeki sebebi her ne kadar Müslümanlar arasındaki müskirat kullanımının artmış olması olarak gösterilse de bu süreçte (1553-1561) halkın sevdiği iki Osmanlı şehzadesi boğdurulmuştur. Bu iki hadise meyhane, bozahane ve kahvehane gibi kamusal alanlarda tartışılmaya başlanmış ve iktidara yapılan eleştirinin tonu da artmıştır. Şeyhülislam Ebüssuud Efendi'nin "kahvehaneye gitmek meyhanelere gitmekten daha kötüdür" fetvası iktidarın kamu otoritesini korumak amacıyla bu mekanları kapattığı savını desteklemektedir. Meyhane, kahvehane ve bozahane gibi kamusal alanların yasaklanmasındaki esas amaç fetvadan da anlaşıldığı üzere iktidara karşı çıkabilecek herhangi bir isyanın önüne geçilmek istenmesiydi.
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.