imdi m.s. altıncı yüzyıla değin gerisin geri izleyebildiğimiz türk yazı dilinde biçimlendiğini gördüğümüz bir bilgelik, bir hikmet edebiyatı, en sonunda tanzimattan, yânî ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itibâren felsefebilime vucut verdi verecekken, yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde millî kültür mirâsında ortaya çıkıvermiş olan ânî, şiddetli, derin, köklü, keskin kesinti, kopuş, kaza, nihâyet, biyoloji terminolojisiyle, bir mutasyon, sözünü ettiğimiz oluşumu akâmete uğratmıştır.
Celil Memmedguluzade
"Vatan, vatan, vatan! Dil, dil, dil! Millet, millet, millet! Bunlardan başka insanoğlu için kurtuluş yolu yoktur."
Reklam
Cahillik Mutluluktur Demişler
Eee, hayat da böyleydi işte, bildikçe daha da üzülmez miydi insan?
Anadolu insanı nasıl bu hale geldi?
Bunların hiçbiri ne yaptığını bilmiyor. Eğer, bilmiyorlarsa kabahat kimin? Kabahat, benimdir. Kabahat, ey bu satırları heyecanla okuyacak arkadaş; senindir. Sen ve ben onları, yüzyıIIardan beri bu yalçın tabiatın göbeğinde, herkesten, her şeyden ve her türlü yaşamak zevkinden yoksun bir avuç kazazede halinde bırakmışız. Açlık, hastalık ve kimsesizlik bunların etrafını çevirmiştir. Ve cehalet denilen zifiri karanlık içinde, ruhları, her yanından örülü bir zindanda gibi mahpus kalmıştır. Bu zavaIIı insanlardan, sevgi, şefkat ve insanlık namına, artık ne bekleyebiliriz? Bu iklimin çoraklığı, ruhlarını kurutmuştur. Bu ıssızlık ve bu gurbet onlara müthiş bir egoizm dersi vermiştir. Onun için her biri kendi yuvasında bir kunduza dönmüştür.
Sayfa 181 - İletişim Yayınları
Şimdi adını unuttuğum, Suriye sınırına çok yakın Ermeni köyünü de unutamam. Antakya'da bir iki gün kaldıktan sonra, birkaç saatte varmıştık oraya. Birlikte yolculuk ettiğim arkadaş; bir Ermeni okulunda uzun süre Türk edebiyatı öğrettiği için, eski öğrencilerini görmeye gidiyorduk. Herkes Türkçe biliyordu ama, köyün halkı da muhtarı da Ermeniydi. Konuştukları Ermenice, İstanbul'da konuşulana pek benzemeyen, kulağa daha hoş gelen, Ermenicenin başka bir türü gibiydi. Sadece meyve üretiliyordu o köyde. Meyve ağaçlarından oluşan bir cennetti orası. İncir rakısına meze ederek yediğim elmaların, armutların, şeftalilerin, kokularını da, tatlarını da hâlâ unutamadım. Bize büyük yakınlık gösterdiler. Muhtar beni evinde konuk etti. Şişman olduğu kadar da sevimli kızıyla aynı odayı paylaştık. Şimdi, nerdeyse kırk yıl sonra, orası ne oldu bilemem. Ama salt Ermeni azınlığından oluşan bir köyü görmek çok ilginç gelmişti bana
Bu arada Safahat hakkında yapılan tartışmaları yakından takip ettiğinden emin olduğumuz Ömer Seyfettin, Refik Halit ve Darülfünun’dan Akif’in talebesi Reşat Nuri’nin vuku bulan tartışmalardan ziyadesiyle yararlandıklarından ve ortaya koyacakları taze nesir için Safahat’ı hareket noktası telâkki ettikleri ihtimali yüksektir. Çünkü Safahat vasıtasıyla Türk Edebiyatı, Halit Ziya sonrasında daha yeni bir insana, ona derinlemesine nüfuza ve insanın çevre şartlarıyla izdivaç ettirilerek gerçekçi sahne ve kurgular olarak yazımına ilk defa şahit oluyordu. Dolayısıyla burada belki ilk defa söylenmiş olacak: Safahat’ın asıl derin tesirini bizde şiirden ziyade nesir, Türk tahkiyeciliği üzerinden izlemek gerekir diye düşünüyoruz.
Reklam
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.