Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
"Sonra? Ya sonra?" diye sordum. "Kızın annesi, yani şairin eski sevgilisi de oralarda değil miydi?" "Hayır." "Ölmüş müydü?" "Benim hikayemde ölünmez," diye yanıtladı beni Taxham'ın eczacısı. "Kimi zaman hüzünlü olur hikayem, kimi zaman da neredeyse umarsız. Ama ölen kimse olmaz." "Peki öyleyse ne olmuştu kadına?" "Unuttunuz mu? Belirsiz kalmalı. Kraliçenin annesini belirsiz bırakalım..."
"İnsanın kendini hıza bırakması gereklidir," dedi. "Bunu başaramayanlar yaşamayı beceremezler, hem de her zaman geçerlidir bu dediğim. Öyle sanıyorum ki ancak hız yapmaya karar verdikten ya da kendimi kararlılıkla hızın, olabilecek en yüksek hızın eline bıraktıktan sonra bağlarımdan kurtuldum ve kendim oldum. Bu hızlar beni sağalttı, 'Ah, Ben mi'lerden, 'Yine mi Yalnızca Ben' olmalardan kurtardı, kendimden hiçbir şey yitirmedim, hıza alıştım. Bugün yolun sonunda olmamın nedeni herhalde artık o kadar hızlı olmamamdır."
Reklam
Konuşma tarzı ne kadar özentili ve yapmacıksa, davranışları da o denli kuklalara benziyordu
İnsanın kendine ait olan şey, ancak yabancı bir yerde kesin ve belirleyici bir anlam kazanmaz mıydı?
İçlerinde "kötüler" yoktu belki; ama hepsinin de "masum" olmadığı kesindi
Bekleyin bakalım, diye düşündüm, daha kitabımı yazmadım bile. Öyle bir kitap olacak ki böylesi görülmedi, kitap olarak kendini hissettirmeyecek, öne çıkmayacak, ortaya sürünmeyecek, hafif olacak, ama yine de bir kitap olacak - hem de ne kitap! Çalılar yanıyor bile.* Ya da olay bütün çalıların, ateşlerin ve cehennem yolculuklarının ötesinde yer alacak.
*Yanan Çalı: Tevrat'ın ikinci kitabına bahsi geçer. Tanrı'nın bir melek aracılığıyla Musa ile konuştuğu yerdeki yanan çalı. Musa'ya İsrailoğullarını Mısırlıların elinden kurtarmasını söylediği anlatılır.
Reklam
Ayrıca dilinin tutulmasının da desteklediği ve yoğunlaştırdığı bir başka arzu da uyanmıştı içinde, ya da patlamıştı, ya da fışkırmıştı; kendi içinden çok çevredeki havada hissediliyordu bu. Soru mekanı doldurdu derler ya, burada da buna uygun düşen bir şey vardı. Arzu mekanı doldurmuştu. Nasıl bir arzu? Daha ziyade beceriksiz, denenmemiş, henüz uygulanmamış ya da uygulamaya sokulmamış, genelde kullanımdan kalkmış, büyük olasılıkla asla kullanıma girmemiş, çocuksu, çekingen, kendi kendinden utanan, dolayısıyla kibarlıktan uzak, kendini kötü ve anlaşılmaz bir biçimde ifade eden bir arzu; diş ağrısının, mide sancısının, bağırsaklarını acilen boşaltma ihtiyacının ya da bağışlanmak için yalvarışın ifade ediliş biçimiyle karıştırılabilecek bir arzu.
"Biraz daha anlatın bunu." "Olmaz. Siz kayıtçısınız, hikayemin efendisi olmamalısınız. Zaten ben kendim de hikayemin efendisi değilim."
çocuk oynayarak, yetişkin çalışarak ve ona elinden geldiğince gözkulak olarak, birbirleriyle konuşma arkadaşlığı eden bir çocuk ve bir yetişkin gibi, hem çokbilmişlikten, hem de küçümsemeden uzak, yalnızca bir "çocuk" ve bir "yetişkin" gibi; yoksa "çocuklar", yalnızca kendi aralarındayken uygun koşulları bulan ve tüm acı ve haksızlıklara karşın, ancak bir aradayken özgüvenle davranabilen ve bir şeyler olabilen, kendine özgü ve çok farklı bir "tür" mü oluşturuyorlardı? Eğer öyleyse, asıl ailelerinin "kendi türdeşleri" olması gerekmez miydi; yetişkinlerinse yalnızca birer bakıcı? Çocuğun, en haince olayların, en acımasız alayların ve gurur kırıklıklarının ardından bile, hayırlı haberler getiren bir elçiye yönelircesine, her seferinde öteki çocuklara yöneldiği apaçık ortada değil miydi en azından?
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.