Birilerinden hoşlanıyor ve bu durumu ilk kendi içimizde yaşamaya başlıyoruz. Ne yüksek duygular ama. Sonra o umduğumuz geniş zamanlar gelmiyor bir türlü. Beklentilerimize yakıştıramıyoruz hiçbir zaman dilimini. Buraya kadar tamam da geçen zamanın o denli hızına karşın söyleyemediklerimizle kaybolup gitme korkusu...söylesek zaman dar, söylemesek bir telaşla geçip gidiyor zaman...Ne doğru? Ne yanlış? Hangi karar hangi yola götürür? Bu kadar düşünüp bir şeyler yapamıyor olmak bana Oğuz Atay'ın şu roma cümlesini hatırlatıyor:
"Yatağımın karşısında bir pencere var. Odanın duvarları bomboş. Nasıl yaşadım on yıl bu evde? Bir gün duvara bir resim asmak gelmedi mi içimden? Ben ne yaptım? Kimse de uyarmadı beni. İşte sonunda anlamsız biri oldum. İşte sonum geldi. Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım."