"Üç gündür gökyüzü kanıyor." diye başladım okumaya Ahmet Erhan'ı. "Çözemediğim bir şeyler var hayatımda" ile hüzün ekti yüreğimin bahçesine.
"Yaşamla aramda çözülmedik ne kaldı" deyip yaşamla aramdaki ilişkiyi sorgulattı bana.
"Ben kendime küsmüşken benimle kim barışabilir?" dedi ve barışa dair ümidimi yokladım.
"Bir kez olsun duy beni, sözcükler araya girmeden." dedi ve haykırışlarıma ses oldu.
Hangi cümlesiyle tanışsam hep hüzün koktu. Kendi deyimiyle "Ne yaparsam yapayım, yağmurdan kaçırılmış bir şemsiye kadar saçma kaldım şu dünyada."
Okuduğum süre boyunca sadece gökyüzü kanamadı; dağ, taş, deniz, bugün, yarın, hayat, sevgi, yalnızlık ve ölüm kanadı. Kim bilir belki ölümün kendisi bile şaşırmıştır kendisini bu kadar anlatan birinden dolayı.
Şiir kanadı belki de en çok...
Ölüm şairi diycem kimse kızmasın bana... Şiirlerinde bu kadar çok ölümü anan var mıydı Cahit Sıktı ve Ahmet Haşim'den başka? Komşu olurlar mı ikinci dünyada birbirlerine bilmem ama olurlarsa sanırım birbirlerini en iyi anlayacak üçlü olur.
İnsanın yüreğini bu kadar yakar mı bir kitap? Yakıyormuş. Hem de gün gün...
İlerlediğim her sayfa, beni günlerce düşündürdü ve bu yüzden ağır ağır okudum, hissetmeye çalıştım onun bu ölümlü isyan ve haykırışını.
Ne desem bilmiyorum...
Üstümde ağır bir yük. Ve Ahmet Erhan için bir kez de ben seslenmek istiyorum; yüreğindeki fırtınalara şahit olun ve yüreğinize alın Ahmet Erhan'ı.
"Beni affedin." ile kapatmak kitap kapağını... Asıl ölüm bu belki de...
Muhakkak okumalısınız.