Travmatik ruhlar kraliçesi Nermin Yıldırım, her kitabında olduğu gibi beni yine bir büyünün etkisi altında bıraktı... Ev'i ilk okuyanlardan olduğum için şanslı hissediyorum kendimi açıkçası.
Ev; bir tutunma çabası, bir arayış hikâyesi, bir içsel yolculuk... Yazarın okuduğum her kitabında kendi içinin duvarlarına çarpan kadın karakterlerle karşılaşıyorum; elinden tutmak, sarılıp dertleşmek istediğim... Yorgun, mutsuz, itilmiş ve yapayalnız kadınlar... Anka kuşu misali küllerinden yeniden doğan kadınlar... Pes etmiş, mücadeleyi bırakmış, tükenmiş gibi görünen; ama aslında bir yanıyla hep güçlenmeye ve ayağa kalkmaya arzulu kadınlar...
Ev'deki Seher de işte o kadınlardan biri. Çocukluğundan beri hiç ailesi, yuvası, evi olmamış; her fotoğraf karesinde kendisini fazlalık olarak görmüş, aidiyet duygusu hiç gelişememiş ve bu durumun sonuçları ne yazık ki tüm hayatına sirayet etmiş... Seher, arkadaşı Oğuz ile Portekiz'den Santiago'ya yürümek ve oradan da dünyanın sonu olarak bilinen Finisterra'ya gitmek amaçlı çıktığı yolculukta içsel hesaplaşmalarıyla hemhalken, biz de onun çocukluğundan günümüze yaşadıklarına tanık oluyoruz. Nermin Yıldırım'ın her kitabı bende yutkunma güçlüğüne sebep oluyor. Bu kitabını da boğazım düğüm düğüm okudum yine. Kitabın sonunda eski kitaplarından Unutma Beni Apartmanı'na da bir selam çakıyor yazarımız.
Ne diyebilirim ki, zaten ne desem eksik kalacak. Ne kadar övgü yağdırsam da yetmeyecek. Çok ama çok sevdim. Okuyun, okutun, hediye edin. Bakın çok güzel hediye olur bu kitaptan. Sağlıcakla, kitapla kalın...