Dünyanın kudurmuşluğu karşısında nasıl olup da delirmediğimize, nasıl olup da hayata bir önceki günkü gibi devam edebildiğimize şaşırıyorum. Nasıl oluyor da o sınırı aşmadan durabiliyoruz? Schweblin’in karakterleri ya sınırda, ya da sınırın öte tarafında. Deliler, derin unutuşlara bırakmışlar kendilerini. Ya koparmışlar makul olanın zincirini, ya da dişleri o zincirde, bir parça daha kalmış hani, sallanıyorlar ucunda.
Çocuğunu yitirmek gibi düştüğü yeri yakan, yaktığı yerin bir daha yeşillenmesine izin vermeyen acılar var bu kitapta. Kaynayıp duran, içimizin serinlemesine izin vermeyen suçluluk hissi var. Kenarları koyu karanlıktan dikili unutuşlar var. Eril şiddetin gölgesi altında gözünü sımsıkı kapatan kadınlar, hep başkalarının olan güzel evlere öfke duyan, evlerinin önündeki kusursuz çimenleri çiğneyen yoksullar ve kendi evinin içinde hıçkırıklarını kutulara doldurmaya çalışanlar.. İnsanlar, hayatla aralarında eprimiş bir pamuk ipliği..
Schweblin’in karakterlerinin yaşadığı muhite adım atmak istemezsiniz. Lola kapınızı çalsın istemezsiniz. Hendeğe düşen çocuğun bir daha asla içemeyeceği toz çikolatadan nefret edersiniz. Olmak isteyebileceğiniz son yerdir burası. Ama elinizden bırakamazsınız kitabı. O insanların dünya ağrısına eşlik eder, onlarla nefessiz kalır, onlarla o yarım kalan cümlelerin tamamlanmasını bekler durursunuz, gözünüz üç noktalarda.
-İnsan bir şeyi kaybedince...
-Evet…..
-İnsan bir şeyi kaybedince…
-Lütfen, söyleyin.
-Nasıl desem…
#emrahimre nin özenli çevirisi
Yedi Boş EvSamanta Schweblin · Can Yayınları · 2022372 okunma
Yoksullar bekler.
Beklemek umuttur.
O bekleyişin karşılığı üç beş kuruş, hani ne olacak demeyin; evde yol gözleyenler var. Tütmeyen baca, kaynamayan tencere var.
Ne budala, ne cahil, ne bencildi pek çoğu. Sorularına yanıt verdikten sonra onları sorguya çekmeye başladığında fark etti bunu. Bir şey bilmiyorlardı, meraktan yoksun, sürüngen hayatlarından memnundular. Zaman ve enerjilerinin bir kısmını kardeşleri uğruna mücadeleye adamalarını sağlamak pek zor işti hani. Sömürü ve sefalet onları aptallaştırmıştı. Bazen, "Yoksullar kendilerini kurtarmaktan acizdir, sadece bir seçkin bunu başarabilir," diyen Saint-Simon' a hak veresi geliyordu Floracığın.
Burjuva önyargılan onları bile zehirlemişti. Anlaşılan.
Mustafa Kutlu'dan okuduğum ikinci eser..
Rüzgarlı Pazar adı verilen bir pazar ve buraya giden yol üstündeki bir üst geçitte geçimini sağlayan yoksullar üzerine yazılmış bir hikaye...
Kimler yok ki.. Çiçekçi, antenci, gözlükcü, şapkacı, olmassa olmazımız dilenciler, çaycı...hatta doktorumuz bile var.
Sohbet tarzında her birini aile ortamından başlayarak bize tanıtıyor...hani filmlerde olur ya..filmde kimse boşuna çekilmemiştir...filmin bir yerinde bir rolü vardır...aynen bu şekilde her bir eleman yeri geldikçe bireysel olarak tanıtılıyor...Eee filmimizde aşk olmazsa olmaz değil mi? Burada da görme engelli Nimet ile Cesur aşkı var.
Yazarımız olumsuzluklara yer vermiyor...hep umut...kitabında dediği gibi "Umut bizim ekmeğimiz"...Haraç kesen mi var hemen bir Malkocoğlu gelip ortamı düzeltip gidiyor...sevenler kavuşuyor...kaybolanlar bulunuyor. Daha ne istenir ki...Yoksulluğun içerisinde zenginliği buluyorsunuz. Kitabın bir yerinde dediği gibi;
"Şu dünya yerinde duruyorsa...
Gök yıkılıp, yer çökmüyorsa...
İyilerin yüzü-suyu hörmetine."
Hayatın karmaşıklığı içerisinde kendini dinlendirmek ve huzur isteyenler için tavsiye edilir. Yine kitaptan bir söz ile bitirelim.
"Hikaye işte, hayatın hülasası."
Atatürk
Sen gideli
Neler oldu bu vatanda bilsen
Kara çarşaflılar çember sakallılar
Bereliler doldurdu köyleri, şehirleri
En güvendiğin kişiler
Senin ülküne ihanet ettiler
Ve sonra utanmadan
En basit olanı öğren! Hani şu
Vakti saati gelenler için
Hiçbir zaman geç değildir bu!
Abc'yi öğren, yeterli değilse de, yine
Öğren sen! Şevkin kırılmasın!
Giriş işe! Her şeyi bilmek zorundasın!
Yönetimi kendi eline almak zorundasın.
Yoksullar yurdundaki adam, öğren!
Hapishanedeki adam, öğren!
Mutfaktaki kadın, öğren!