Bu kitabı okudum da paylaşıp paylaşmamak arasında kaldım ve yine her zaman ki sonuca vardım; evimin kapılarını kapatsam da toplum dediğimiz şey benim kafamda, öyle bir yerleştirmişler ki artık insanlık yok olsa yeryüzünde bir ben kalsam da beş para etmez, göz yaşlarımla yıkayıp gülüşümle ısıttığım topraklar da yükselen yosun kaplı kocaman bir duvarım var. Ee o zaman elimde çekicim, ben geldim...
Kapağında Pavyon Öyküleri yazıyor diye ayyy Allah aşkına okunacak başka şey mi yok, ne merak ediyorsun ah o kadınlar düşmüş (!) (sarı sayfa ilanlarına göz atarsanız bazı yerlerin yüksek ücretlerle 'bayan' eleman ilanlarına denk gelirsiniz bazı şeyler tercih meselesi olabilir) ... gibi saçma sapan yorumlara kapatıyorum kulaklarımı ben diyorum ki merak edilecek çok şey var ama bu kitap o merakı söndürmeye yetmiyor. 23 kadın yazarın 23 hikayesi bu yüzden pavyondan çok, kadınlardan oraya giden erkeklerden fazla detaya girmeden edebi bir tarzla üstü kapalı bahsetmiş. Bu konu hakkında detaylı bir araştırma, röportaj ne bileyim gidenlerin çalışanların anlattıklarıyla psikolojik bir değerlendirme beklemiştim. Alırken içime düşen umut bir kuşun kanadına takılıp terk etti beni ve bende dedim ki Dilber evin barkın yok mu?
Işıklar ötesine yolculuk sabahlarım,
İstanbul'un sarhoş soğukları.
Hani benim sevdiğim nerede?
Henüz radyosu açılmamış dükkan gibi,
Işıklarında yorgun düşer sabahlarım.
Hani benim yeni yeni ısınmış mutlu anılarım?
Daha uyanmamış sabahında.
Ah İstanbul yine sersefil sabahına,
Hani benim düşüp kalkan gençliğim?
Bir deli havasında
Nalan Çelik şiirleri gerçekten büyük bir birikimden geldiği seziliyor. Çok sade ve yaşamın içinden kopup gelen, düşündüren ve hissettiren mısralara ulaşılıyor.