Çingeneler giderken hiçbir iz bırakmıyorlar. İz bırakmamış olmanın o tarif edilmez işaretini bırakıyorlar. Atlıkarınca gibi. Hak aramıyor, iddia etmiyor, bağırmıyor, öylece duruyor. Tek başına, bilinen her şeyi çözüp dağıtıyor, altüst ediyor; hayatı işitilmedik bir dille yeniden kuruyor. Ne var ki hiçbir şey yazılamıyor bu dille; konuşulamıyor. Bu dille kimse affedilemiyor. Üzülenler, delirenler, merhamet edenler, ağlayıp sızlayanlar kullanamıyor bu dili; bilenler susuyor. Bu dille yapacak tek bir şey var. İşaretleri arayanlar bunu göze almak zorunda.
Sayfa 155Kitabı okudu
Zulmün belleği yoktur, defteri vardır; özenle tutulmuş bir defter. Zulmün belleği yoktur, müzesi vardır: eski geniş binalar, kapıda anmalık eşya dükkânları. Gettoların, hücrelerin, fırınların içinde sarsılıp uyanan, anmalıkta sakinleşip durulur, zaman ehlileşir, anlam parçalanır, vicdan susar, bellek uyuşur.
Sayfa 154Kitabı okudu
Reklam
Kadının gözlerinde sonu gelmez yollar vardı; kirpiklerini indirdiğinde altlarında derin vadiler gölgelendi. Güneşin yakıp kavurduğu ovalarda yalınayak yürüdüler. Tekerlekler döndü. Üstleri tenteli, yaylı arabaların tekdüze gıcırtıları sessizliği bozdu, yol kenarlarından tarla kuşları havalandı. Adam eyersiz bir atın üstünde rüzgarla yarıştı. Saçları uçuştu, yel yüzünü yaktı, kadın bir ayçiçeği tarlasında yüzünü göğe dönüp gözlerini kapadı. Talikaların tekerlekleri döndü, kadınla erkeğin bedenleri Çingeneliğin bütün sırlarını terledi.
Sayfa 116Kitabı okudu
Çingeneler için hayat sıfatsızdı. Onu iyi ya da kötü diye nitelemek hiçbir şeyi değiştirmezdi. Bu, çekilen acıyı ne artırır ne de azaltırdı. Hayat böyle yaşanmak zorundaydı. Olanı biteni hafifletmeye ya da süslemeye çalışmak karşıdakine zarar verirdi. Acı söze gelmezdi, dillendirilmez, kelimelerle dize getirilemezdi.
Sayfa 101Kitabı okudu
Gök, hiç usanmayacak gibi uzun uzun ağdı. Arabanın içinde ne kadar beklediğimi bilmiyorum. Yağmur başladığı gibi aniden durdu. Bulutların ardında güneş saklı bir fener gibi yandı. Çok geçmeden, ağaçların toplantı yaptığı kasvetli kırda kocaman bir gökkuşağı belirdi. Öylesine güzeldi ki onu ancak yalan yaratabilirdi. İsmi ve yüzü olanlar adsız ve yüzsüz olana dönüştüğünde cesetlerin ardında, yakılmış yıkılmış evlerin, ölü çocukların, boğazlanmış hayvanların ardında yalnızca dokunsan kırılacak bu yalan kalırdı. Yaşanmış iyi şeylere, başka türlü de yaşanmış olduğuna, başka türlü de yaşanabilecek olduğuna dair... Utanmaya dair, iyiliğe dair, insanca olanın çıkıp geleceğine dair, hiç olmazsa birinin diğerleri gibi davranmadığına dair... Hayalden ve beklentiden oluşmuş, her nasılsa bunca dayanıklı çıkmış bir yalan... Öylesine arsız bir yalan bu. Yüzü bile kızarmayan bir yalan... Zayıf bacaklarının üstünde titreyerek duruyor, narin kanatlarını gizliyor, kuvvetli bir esintide uçup gitmemek için direniyordu. Öylesine hazin bir yalandı bu.
En çok an'ları merak ederdim; bir kadının unlu ellerini çabucak önlüğüne sildiği, unların önlüğün üstünde yapışık kaldığı, cama koşarken artık bunu önemsemediği... Ellerin hâlâ hamur tahtasındaki yumuşak kıvamlı şeyin izini, sıçrayan yağın acısını taşıdığı, boğum yerlerinin aklaşmış, derinin hafifçe kızarmış olduğu... Kutlamaların, bayramların karşılıklı ödünç verilen eşyaların, sunulan armağanların, ikram edilen yemeklerin ardında varlıklarını koruyan, güçlerinden hiçbir şey kaybetmeden kunt, acımasız bekleyen şeylerin çabucak uykudan uyanıverdiği anları... Yemeninin üstünkörü bağlanıverişi, birkaç saç telinin bembeyaz örtünün altından terli alna yapışıp kalması... Kiliseye ya da camiye koşarken kenarı mavi ya da pembe işli tertemiz fanilanın altında saklı kalbin çarpması, tırnakların arasında hâlâ un kalıntıları...
Reklam
144 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.